Yasak bölge, girilmez!

İnsani ilişkilerimizin ilkokul 3 seviyesinde yürüdüğü günümüzde insan okuduğu kitaba, izlediği filme, “Acaba aynı konu burada işlenseydi ne olurdu?” gözüyle bakmadan edemiyor.

Haberin Devamı

Bir sözü işine geldiği gibi çevirip “kitlesel linç workshop’u” formuna sokma konusunda kara kuşak sahibi insanlar içinde yaşarken başka türlüsü mümkün değil tabii.

Mesela hatırlayın, Oscar adaylarından “Marslı”nın bir “yurdum adaptasyonu” olduğunu düşünelim.
Bir astronot bir biçimde Mars’ta unutuluyor, konu bu.
NASA’da etekler tutuşuyor, bir halkla ilişkiler krizi yaşanıyor, “İnsanlara Mars’ta adam unuttuk mu diyeceğiz?” paniği esiyor.
Öte yandan bir insanın dünyadan uzakta yapayalnız hayatta kalma mücadelesini, hayata bağlanma dürtüsünün insanın sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini izliyorsunuz.
Şimdi hayal bu ya, insan aynı filmin Türkiye’de çekildiğini düşünüyor.
“NASA hata yapsa da asla hata yapmaz. O hata kesin başkasına aittir” bilgisiyle hareket etmeyen bir film, bırakın ödüllere falan aday olmayı, gösterime girecek sinema salonu bile bulamazdı.
Haydi buldu diyelim, üç-beş ufak sinema salonunda gösterildikten sonra sosyal medyada hızla linç başlardı.
Üzerine haber kaynaklarında adeta kendini hızla kopyalayan bir virüs gibi “Tepkiler çığ gibi büyüyor” başlığını görürdük.
Sonra yüksek perdeden parmak sallayanlar girerdi devreye.
“Ülkemizin en büyük bilim kurumunu kötü gösteriyor” derlerdi, “Yüksek başarılarıyla bilinen kurumu karalama kampanyasına geçiiiiit vermeyeceğiiiiiiz” diye avaz avaz bağıranlar illa çıkardı.
Twitter’da troll destekli kampanyalar yürütülür, taaa 69’da ayda insan yollamış, bugün uzayda adeta koloni kurma sınırına erişmiş NASA’yı “Mars’ta insan unutan beceriksiz bir kurum” olarak gösteren bu film dibine kadar protesto edilirdi.
Bununla da kalmaz, yönetmenin ipi çekilir, filmde oynayan oyuncular linç kampanyalarının başrolleri haline getirilir, hızlıca “vatan haini” sularına çekilirdi.
Sadece Marslı değil tabii, insan düşününce “Bizde asla yapılamaz” diyebileceğimiz o kadar çok örnek var ki...
Bakın bir tane daha: Benedict Cumberbatch’li Sherlock Holmes’un bir bölümünde MI6’in “Kendine bile hayrı bulunmayan kurum” olduğuna dair minicik bir cümle geçmişti.
Burada benzer bir durum olduğunu düşünsenize...
Dizinin yayınlandığı kanal, dizi yönetmeni, bu cümleyi kuran oyuncu, bu cümleyi kuran yazar...
Hepsinin başına ayrı ayrı çorap örülürdü valla Allah muhafaza.
Geçen sene !f’te gösterilen “Motör:
Kopya kültürü ve Popüler Türk Sineması”nın bir yerinde 60’lı 70’li yıllardaki aşk filmleri furyasının sebepleri anlatılıyordu.
Konu siyaset, memleket meseleleri olunca “Buğdayın sapını kısa gösterdin”, “Polis böyle konuşmaz”, “Memur böyle konuşmaz” gibi absürt noktalardan bile sansür yiyen yönetmenlerin son derece tehlikesiz, sansür yeme olasılığı düşük aşk filmlerine yönelmek zorunda kaldığını anlatıyordu o döneme şahit olanlar.
Demem o ki, sevgili gençler, yarının yönetmen adayları...
Vaziyet değişmiyor.
Filmi başa sarıp duruyoruz.
Hayal bu ya, bir gün eğer uzay teknolojisiyle ilgili ahkam kesecek durumumuz, çalışmalarımız olursa, konuyla ilgili film çekmeye filan kalkmayın.
Ya da aşk filmi çekin, hisli hisli izleriz işte.
“Öbür türlü” meselelere girerseniz “Kurumu kötü gösterdi” diye başınıza iş açılır valla. 

Yazarın Tüm Yazıları