Pazar gecesinden kararımı verdim, sabah erken kalkılacak, Lost izlenecek ve yazılacak. Malum, final bölümü zamanı, üstelik Dizimax, Amerikan ABC kanalı ile aynı anda veriyor. Kaçmaz.
Eh, benim için saat 5’te kalkmak zor değil, zaten hafta içi gün 7.30 dedin mi başlıyor. İki saat erken kalkmanın kimseye bir zararı olmaz... Olmaz olsun böyle Lost aşkı! Sabahı 5 edene kadar yüz yirmi kere uyandım. “Ya uyanamazsam, ya saat çalmazsa” paranoyasıyla yatağa girdiğim için tavşan uykusu uyudum, aptala döndüm. Bütün gece uyumayınca 5’te sürünerek kendimi yataktan çıkardım, çayımı koydum, şöyle bir uzandım ve... Sen değil misin sabah beş dakika fazla uyumak için canını veren sevgili uykusever Habitus okuru, anlarsın beni, tıp dilinde “uykusunda kendinden geçme”nin bir adı varsa onu yaşamış bulunuyorum. Ben hayatımda böyle korkunç bir gece yaşamadım arkadaş! Üstelik televizyon açık kalınca rüyayla o anda ekranda olup bitenler karışır ya... Hugo ve Claire evime gerçekten beni ziyarete gelmediyse, halüsinasyon da gördüm. Madem halüsinasyon görecektim, sen geleydin be Jack. Sen geleydin be Sayid! Neyse efendim, saat 5 ile 8 arası hayat böyle geçti. Saatin “ertele” düğmesine basmaktan mekanizma bozuldu. “Ya uyanamazsam” stresiyle hayat zindan oldu. Aralarda uyuma-bayılma arası bir şeyler yaşıyorum, sonra tekrar uyanmak için zorluyorum kendimi, gözlerimi açamıyorum, kımıldayamıyorum... Buna herhalde karabasan değil, “Lostbasan” denir... Korktuğum da başıma geldi hani, diziyi öyle bölük pörçük izledim ki, sen altı yıl izle, sonra final bölümü keyfinin içine et... şu anda rüyalarım ve televizyonda izlediklerim birbirine karışmış durumda. Mesela, artık Lost adasında yaşamaya başlamışım, internet sürekli kesildiği için yazımı gönderemiyorum, cep telefonum çekmiyor, telsiz cızırtıları duyuyorum, pilim bitiyor. Juliette bizim Kelebek’te çalışmaya başlamış. Toplantı yapıyoruz, Lost ekibiyle röportaj yapmış, onu yazmış veriyor ama Selim “Onu cumartesi gününe koyalım” diyor, kız bozuluyor, “Ama final bölümü bugün” diyor... Sawyer beni öpmeye kalkıyor, sinirleniyorum. (Niye sinirleniyorsam?? Tadını çıkarsana kardeş.) Adanın yeni bekçisi Hugo’ya “Bak Hugo’cum, Hürriyet’in baskısı dude’du, Lost’tu dinlemez, bugün yazı günüm, hadi bir el atıver şu internete gülüm” diyorum, meğer Dharma istasyonlarından birinde bir “internet odası” varmış. Hatırlar mısınız, Malcolm Gladwell, Outliers kitabında Bill Gates’in başarı hikayesini anlatırken 70’lerde Harvard’da okurken vakit geçirdiği ve internetin “atası” sayılan, gardırop büyüklüğündeki bilgisayarların bulunduğu odalardan bahseder. İşte onlar aslında adadaymış, kullanabilirmişim. “Eksik olma Hugo’cum dedim, teşekkür ettim. Beren Saat Kate rolünde, hinlik peşindeydi. Yakıştıramadım. Efendim, velhasıl kelam, hâlâ kendime gelebilmiş değilim. Kabusların tesiri altındayım. Bugünlük müsaadenizi istiyor, size kabussuz geceler, iyi haftalar diliyorum.
Yaz geldi, taciz başladı!
Pelin Batu “Türk erkeklerinin çoğu problemli” dedi ya, bunun altına imza atmayacak kadın var mıdır acaba? Onun yorumları bir kenara, her an, her dakika kadın taciz edecek gücü nereden buluyor bizim erkekler, esas bunun araştırması yapılmalı. Cumartesi yazımda “Bodrum sokaklarında rahatça yürüyebiliyorsunuz” demiştim, yanılmışım aslında. Biliyorsunuz hafta sonu hava fena halde yağmurluydu, dolayısıyla kış güneşinde bile cıbıl gezen turistler nispeten örtünmüştü. Meğer “avcı” erkekler, “biyroon”cu esnaf laf atmaya başlamak için havanın açmasını beklemekteymiş. Hepsi havanın açtığı cumartesi gecesi itibariyle işbaşı yapmıştı. Güneşli pazar günü ise manzara daha iç karartıcıydı. “Tacizci güruh” -ki bunların bir kısmı da Bodrum’un içinde iş yapan esnaf- dükkanlarının önüne kurulmuş, sokakta yürüyen kadınları laf bombardımanına tutmaktaydı. Biz de nasibimizi aldık tabii. Turist sandıkları için de Türkçe konuşuyorlar, anlamayacağız hesapta... Türkiye’de kadın olarak yaşam zor diyoruz ama tatil beldelerinde turist kadınların işi Türk kadınlarından daha da zormuş, onu anladım. Tabii bu Bodrum’un değil, Türk erkeklerinin sıkıntısı. Bu yapış yapışlık, münasebetsizlik hangi tatil beldesinde yok ki? O yüzden, evet, aynen Pelin Batu’nun da dediği gibi, “Türk erkeklerinin çoğu problemli”...