Paylaş
Aslında yürümek değil de, slalom yapmak ve seksek oynamak arasında bir şey diyelim.
Hem sekiyor, hem de burnumu kapatıyorum. Sanki Büyükada’da bir faytonun arkasında, manzaranın tadını çıkarmamı engelleyen o meşhur esans ile boğuşuyorum... “Cihangir’e fayton seferleri mi başladı?” diye düşünüyorum. Bu sorum, köşeyi döndüğümde karşıma çıkan köpek tarafından yanıtlanıyor.
Göz göze geldiğimizde bana, “lütfen konsantrasyonumu bozma” diyor, tahmin edersiniz, kakasını yapıyor... Yşi bitince sahibi, tasmasından tuttuğu gibi onu aksi yöne sürüklüyor. Arkasında bıraktığı taze mamul, olduğu gibi sokağın ortasında durmakta. Köpeğin sahibini uyarmayı düşünüyorum ama vazgeçiyorum... Doğru kararmış... İyi yapmışım... Neden mi?
Şöyle: Türkiye’nin dört bir yanında yaşayan birçok şehirli vatandaş gibi, bu semtimizde oturan köpek sahipleri de kaka toplamaktan pek hoşlanmıyor.
Tabii ya! Düşünsenize, sokaklara taşan kafelerdeki insanların gözünün önünde cebinden poşet çıkaracak, yere çömelip kaka mıncıklayacaksın... Ne münasebet... Konuyla ilgili olarak, Cihangir’deki bir kafede oturmaktan örümcek ağı bağlamış bir grup oyuncu-sanatçı-senaryo yazarı ve tasarımcıyla görüştüm. Durumdan memnunlar.
Yollarda adım başı göze çarpan, talihsiz bir yaya tarafından basılmış ve doğrusal form kazanmış kahverengi izleri Van Gogh’un fırça darbelerine benzetiyorlar ve “semtin kendine has dokusu” olarak kabul ediyorlar... Tanrım, pisliği bile sanatla bağlantı içinde, ne hoş bir semt Cihangir... Köpeğinin kakasını temizlemesi gerektiğini düşündüğüm için sevgili semt sakininden özür diliyorum.
“Çirkinsin sen! Çirrr-kiin!”
Biliyorsunuz, çocuklarını “annecim” diye hitap ederek seven bir takım anneler bulunmakta.
Tabii bu hitap şekli ailede sadece anneyle sınırlı kalmıyor, akrabalık bağına göre “halacım”, “teyzecim”, “ablacım” olarak değişkenlik gösterebiliyor.
“Hadi ye annecim” cümlesiyle mama yedirmeye çalışan anne, “teyzecim ver elini” diyerek gezmeye götüren teyze ve “ablacım agucuk yap” sevgi sözcükleriyle etlerini sıkıştıran ablayla geçirilen bir günün sonunda, çocuk derhal aile içindeki erkek bireylere koşmak isteyecektir, bakın uyarıyorum.
Haklılar, zira çocuğa amcacım, dayıcım, dedecim gibi “sevgi sözcükleri” ile hitap eden bir erkek aile bireyine henüz Türkiye sınırları içinde rastlanmış değil.
Neyse efendim, çocuğa “teyze” demenin saçmalığına henüz alışmışken, hissesi yükselen bir başka sevgi sözcüğü var ki buna akılcı bir açıklama getirebilmem mümkün değil. Evet, yazımın bu noktasında sevimli çocuklarını “Çirrr-kiiiin! Çir-kin! Çirkinsin sen!” diyerek seven anneleri selamlamak isterim.
Yahu çıldırdınız mı! Niçin boncuk gibi çocuğa çirkin diyorsunuz?
Bakınız, yakında çocuklar ailedeki kadın kısmından bildiğiniz nefret edecek. Çok rica ediyorum, evladınızı sevimli laflarla büyütünüz.
Hayır yani, şu sıralar bebekliğini yaşamakta olan bir nesil büyük kadın düşmanı olacak ondan korkuyorum!
Guinness’lik bir performans
Demet Akalın ve Önder Bekensir’in durumuna hakimsiniz değil mi? Aman yani, eksiğimiz olmasın, hemen kısaca özetleyeyim; boşandıktan takribi 4.3 saniye sonra küs olmadıklarını ve yeniden evlenmeyi düşündüklerini beyan etmişlerdi... Şimdi yine barıştılar.
Son durum budur yani... Barıştılar... Ba...rış...tı...lar...
Bu kelimeyi okuduğumda boğazım kurudu, tansiyonum düştü, yemin ediyorum.
Bakınız, ben artık magazini filan geçtim, komplo teorisi noktasına gelmiş bulunuyorum.
Demet ve Önder ilişkisi, “Ülkemizde birtakım can sıkıcı olaylar gelişmekte. Sürekli evlenip boşanarak gündemi işgal edin. Böylece insanımızın dikkatini dağıtmış bulunacak, gerçek sorunları düşünmemelerini sağlayacaksınız” türü bir eksen kaydırma çalışmasının ürünü olmalı! Yoksa bu saçmalığın artık makul bir açıklaması yok.
Paylaş