Paylaş
Neredeyse bir sene önce dijital platformlarla ilgimi kestim.
Yani eve gelip, “biraz ses olsun” diye televizyonu açmak, ekranda gördüğüm bir diziye takılarak saatler harcamak, “zapping” yapmak; yani televizyon izlemeye dair tüm alışkanlıklar uzun süredir hayatımda yok.
İlk zamanlar “Acaba iptal ettirsem mi” diye çok düşündüm. Sebebi malum, televizyona, tarih öncesi insanların ateşe yaptığı muameleyi yapıyoruz. Evin odağında televizyon var, oturma düzeni ona göre yapılıyor, televizyonsuz bir ev hayatı yokmuş gibi davranıyoruz.
Halbuki bir kere vazgeçtikten sonra televizyonlu hayat nasıldı, onu hatırlamaz hale geliyorsunuz. Çoğu kanalın web üzerinden yayını var. İlla bir program izlemem gerekiyorsa bilgisayardan izliyor veya bilgisayarı televizyona bağlıyorum, işim bitince kapatıyorum.
Ben televizyonsuz mutluyum. Mecbur olduğum zaman web yayınları yardımıma koşuyor. Hayatımda daha çok alan, daha çok zaman, daha çok spor, daha çok kitap, daha çok film ve daha çok muhabbet var.
“Artık hiçbir dijital platforma üye olmayacağım” dememin sebebi, bir ton para alıp bana aynı eski programların yüz bininci defa tekrarlarını izlemek zorunda bırakmalarıydı. Aptal yerine konulup, bir de üzerine para vermek? Almayayım.
Albert Einstein’ın piposunu buzladılar, kahvenin yanında ikram edilen likör sahnesini sansürlediler...
Film izleyemez hale geldik, zira alkol, öpüşme, sigara başta olmak üzere diğer keyfi sansürlerle filmler kuşa döndü, konuyu bile anlayamayacağız neredeyse.
Tüm bunları izlerken, platformların ve kanalların korku imparatorluğuna koşulsuz teslimiyetine şahit oluyorsunuz ve delirecek vaziyete geliyorsunuz.
İkiyüzlülük zaten gırla... Şehit haberleri geliyor, konserler iptal ama televizyondaki eğlence yarışmaları tam gaz devam.
Pek çok insanın televizyona uzak durması işte bundan.
Yine de televizyon dünyası, Türkiye’de tüm medya içinde en güçlü kol. Büyük paralar dönüyor, büyük hesaplar, büyük anlaşmalar...
Para miktarı büyük olunca, “Aman şimdi kimseyi kızdırmayalım”cılık da büyük oluyor. Bu teslimiyet, bu sansürcülük, bu izleyiciyi keriz yerine koymacılık hep ondan.
Büyük biraderi kızdırmayalım, aman ceza almayalım diye Albert Einstein’ın piposunu bile sansürlediler diyorum, artık bundan öte örnek var mı?
Şimdi bir de kanal sansürleri çıktı ortaya. Benim ne izleyeceğime, işine geldiği doğrultuda kararlar alan bir grup siyasetçi ve onların kararlarını itirazsız uygulayan bir dijital platform mu karar verecek? Hadi oradan... Çocuk kanalını bile çıkarmışlar.
Memlekette pek çok ilgisiz konu bir arada barınabiliyor, bir karar çıkarıp çocuk kanalını da “terör” kapsamına dahil etmelerine de şaşırmamak gerek herhalde.
Hoş, şaşırmaya şaşırmaya, alıştıra alıştıra bu hale geldik ya...
Pek yakında sadece “Bizim istediğimiz doğruları vereceksiniz” direktifleri yönünde yayın yapan havuz medyası dışında okuyacak gazete, izleyecek kanal kalmazsa, ona da mı şaşırmayacağız?
Kazanda yavaş yavaş kaynayan kurbağa bile bir yerde yandığını idrak eder.
Bizdeki kazan kaynadı, içindeki su tamamen buharlaştı, ancak biz hâlâ sosyal medyada “Vrak” demeye devam ediyoruz. Sonra hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam ediyoruz.
Konfor alanımızdan çıkmamız, tepki vermemiz, verdiğimiz tepkileri kendi hayatımızda da uygulamamız, özgürlüklerimizi kısıtlayanlara sesimizi yükseltmemiz için daha ne olması gerekiyor?
Paylaş