Paylaş
Stresi de yönetebilecek bir kişi var: Kendimiz.
Beceremediğimiz için her geçen gün kaşlarımızın arasındaki yarık derinleşiyor. İnsan ancak bunu kısa süre için de olsa stresin olmadığı bir dünyaya yelken açtığında, tatil imkanı yarattığında fark ediyor.
Bilirsiniz, tatil dönüşleri hep tatsızdır, bunun sebebinin denizi-güneşi geride bırakmak olduğunu zannederiz. Değildir aslında...
Tatilde, stresin varlığının farkında değilken bir anda kendini pamuklar içinde bulursun. Gerçek hayatına döndüğündeyse o pamuklar altından bir anda çekip alınır, gri beton zemine hayli sert bir düşüş yaşarsın.
Denizi-güneşi tekrar bulabilirsin ama kendini pamuklar içinde hissettiğin, baskının, stresin olmadığı o anları yakalamak zordur.
Çünkü hızlı bir çağda yaşıyoruz. Durana cezası anında kesiliyor. Zaman dilimleri “an”lardan oluşuyor. Daha fazlasına müsaade yok.
Bir haber duydun, bir kitap okudun, bir resme baktın... Hissettiklerinin üzerine düşünecek zamanın oluyor mu? Seni düşündüren meseleler üzerine hakkını vererek kafa yorabiliyor musun? Ailene, arkadaşlarına istediğin kadar vakit ayırabiliyor musun?
Hep aklında bir şeyler kalıyor. Okuduğun kitap, köşesi kıvrılmış bir şekilde yatağının yanında... Bir türlü uykudan önce birkaç satır okumayı beceremezsin. Her akşam “bugün okuyacağım” stresi biriktirirsin.
Arkadaşlarını arayacaksındır. Ama öyle yorgunsundur ki, olan minicik zamanı kendine saklamak istersin. Biraz dinlenmen, biraz kendini beslemen lazımdır çünkü, aksi takdirde bir makineden ne farkın kalır ki? Elin telefona gitmez, neticede kanepeye kendini atar, uyku saatine kadar yuvarlanır durursun.
Attığın hiçbir adımdan memnun kalmazsın, çünkü “hakkıyla” yapamadığını hissedersin. Vakit olmaz ya da dikkatini vermek için çok yorgunsundur...
İçinde mini mini tortular birikir, durur. Sonunda stres yumağı olursun.
Yeterince dolu hissetmediğin bir hayatın seni lüzumsuz tekrarlarla yorduğu için “Kafa boşaltmak” istersin. Öylesine oturmak, boş boş televizyona, internete bakmak, oyun oynamak istersin.
Tabii “kafa boşaltmak” değildir bu yaptığın.
Boş bir kutuyu daha da boşaltmaya çalışırsın. Esasında, yeterince beslenmediğin için hastalanıp yataklara düşmek gibidir kendine yaptığın...
Denemesi bedava
Yeni gün başladığında yataktan çıkmak istemezsin. Hep yapmak istediklerin ama yapamadıklarını düşünürken, ardından da kendine faydasız birtakım hareketler yaparken bulursun kendini.
Bir döngü vardır sanki, içinden kendini çekip çıkaramamaktasındır. Kafan yorulmakta ama içi her geçen gün dolacağına, boşalmaktadır. Boşalan yeri ya yetişemediklerinden ya da yapamadıklarından gelen stres doldurmaktadır.
Peki böyle mi geçecek hayat? Eğer baktığımız yeri değiştirmezsek, evet, öyle geçecek.
Yaşadığımız yeri değiştirmiyorsak eğer, yaşadığımız şehirlere başka yerden bakmayı becereceğiz. Gözümüze çirkini değil, arada güzellikleri görmesini söyleyeceğiz.
Hayatımızın büyük bölümü çalışarak geçecek, rutinlerimiz hep olacak. Her gece televizyonun karşısında uyuklayıp-sabah uyanıp gıcırdayarak çalışan paslı makinelere dönmemek için kendimize yeni yöntemler bulacağız.
Eğlenmesini, zevk almasını, keşfetmenin verdiği hazzı yeniden öğreneceğiz.
Yeni durduğumuz yer, tepkisizliği, umursamazlığı, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılığı değil, artık sıradanlaşan bir duyguyu; “hayattayım, sağlıklıyım”ı ortaya çıkaracak.
Kendi kendimize vazgeçtiğimiz enerjimiz geri getirecek. Güzel uyanacağız. Hayatımızda olup bitenlere daha çok kafa yoracağız. Bizi karşılıksız sevenlere vefasızlık yapmayacağız. İşte tüm bunlar için sadece bir adım atacağız: Hayata bakarken durduğumuz yeri değiştireceğiz... Kolay değil ama... Denemesi bedava!
Paylaş