Paylaş
Bilhassa da Seçkin’le ilgili olanlara...
ınsanları kategorilere ayırıp, etiketlendirip, Seçkin’i de bir “sınıf”a yerleştirip üstüne yazılar döşenmek, söylemlerde bulunmak kimin haddine Allah aşkına?
Bir “Rock star”ın nasıl yaşaması, hangi mekanda, hangi kadınla (gelinlik konusuna değinmeyeceğim bile), ne zaman ve hangi koşullar altında evlenmesi gerektiği konusunda ne hakla kim yorum yapabilir Allah aşkına?
Burada mesele Kaan ve Seçkin de değil aslında, insan etiketleme, sınıflara ayırma, burun kıvırma, kendi doğrusunu “genel doğru” sanma ve ona göre yargılarda bulunma içimize, kanımıza işlemiş...
Annesi misiniz siz Kaan’ın kardeşim, Seçkin’i bebekliğinden beri tanıyan yakın arkadaşı mısınız, yoksa ilişkilerinin başından beri onlarla aynı evde yaşayan dostları mısınız, kimsiniz siz?
Bu konuda asla röportaj vermeyen Kaan’ın düşüncelerini ve karısının yaşantısını çok iyi biliyormuş, her ikisini de çok iyi tanıyormuş gibi yorumlar, analizler, yazılar...
Ne oluyor ya?
Ha, tanısanız bile “Ne münasebet” derler adama...
Bu cüreti nereden buluyorsunuz, şaşırıyorum...
? SEVıNDıM: Uluslararası ıstanbul Film Festivali’nin yaklaşıyor olmasına...
Hemen favorilerimi söyleyeyim:
1- Serge Gainsbourg’un hayatını anlatan “Gainsbourg” (Brigitte Bardot rolünde Laetitia Casta var).
2- John Lennon’ın Liverpool’da başlayan öyküsünü izleyeceğiniz “Nowhere Boy”.
3- Moda tasarımcısı Tom Ford’un süper başarılı bulunan ilk yönetmenlik denemesi “Tek Başına Bir Adam”.
4- Mısır’da, medya dünyasında çalışan bir çiftin öyküsünü anlatan ancak bizim erkeklere dair de çok şey söyleyeceğini düşündüğüm “Anlat şehrazat”.
5- Jim Jarmusch’un son filmi “Kontrol Limitleri”.
6- Belgeseller arasından da “Uzay Turistleri”.
Ayrıca çok özel bir önerim daha olacak: “Topkapı”.
Yaşı benimle denk olanlar da muhtemelen aynı hisleri paylaşacaktır, “Topkapı”, Yul Brynner’ın mekanik bir kovboyu canlandırdığı “Westworld” ile birlikte, bizim neslin hayatlarında “sinema”ya dair ilk anılarını oluşturur, o yüzden yeri pek ayrıdır.
Yıllar önce, VCD’lerin popüler olduğu zaman bir yerlerde “Topkapı”yı bulmuştum. O kopyayı hâlâ saklar ve ara sıra izlerim. Ancak bu film evde değil, sinemada izlenmeli...
Film kısaca uluslararası bir soygun çetesinin Topkapı Sarayı’ndan zümrütlü hançeri çalma hikayesini anlatıyor.
Başrollerden Peter Ustinov, bu filmle 65 yılının yardımcı erkek oyuncu Oscar’ını almıştı.
Bu arada “Topkapı”, film festivalinin ıstanbul: ıçeriden ve Dışarıdan kategorisindeki filmlerden biri.
Bu kategori, ıstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasından ötürü film festivaline eklenmiş. Sahne olarak kendine ıstanbul’u seçmiş, yerli ve yabancı 15 film bulunuyor.
Arasanız bir arada bulamayacağınız filmler var, muhakkak görün derim...
? AKLIM KALDI: Malezya’da...
Hatırlarsanız, birkaç hafta önce köşemde çok kısaca Tayland’ın Phi Phi adasını anlatmıştım. Gerçi gördüklerimin binde birini bile sığdıramamıştım, bıraksanız sayfalarca yazardım ama ne yapalım...
Phi Phi’den sonra hemen dönmedim, bir süre Malezya’nın Langkawi adasında kaldım.
En yakın arkadaşım Umay, evlenip şehir hayatını geride bırakarak bu adaya yerleşti.
Bir fırsatını bulup gittim yanına...
Duymuşsunuzdur, genelde Langkawi’ye balayına ya da bir resort’a tatil yapmaya gidilir. Dolayısıyla giden tatilciler döndüklerinde, size sadece muhteviyatı turkuaz deniz ve beyaz kumlardan oluşan hikayeler anlatırlar.
Benim Langkawi ziyaretim bir “ev ziyareti” olduğu için biraz daha farklı idi...
Umay artık oranın “yerlisi”, dolayısıyla onunla gezince gözlemler başka bir perspektiften oluyor tabii...
Döndüğümden beri oralarla ilgili notlarımı, yaşadıklarımı bir kenara koydum, yazmayı erteleyip duruyorum çünkü adayı çok, çok sevdim...
“Hazzı ertelemek” buna deniyor galiba...
Sahi ya, ben en iyisi yarın size Langkawi’yi yazayım...
Paylaş