Paylaş
Sonra televizyonun karşısına geçip kendimizi izleme imkanı bulsaydık... Ailesiyle oturmuş, dünyada işlerin en yolunda gittiği ülkede yaşıyormuşçasına huzurla yemek yiyen insanın, haber sitelerini okuyan insanla aynı kişi olduğunu kabul etmekte zorlanırdık.
Türk insanının bir gün içinde başına gelenler farklılık gösterse de, duygudurum aleminde olanlar pek değişmiyor.
Türkiye sınırları içinde yaşayan her birey için şu geçerli: Beyni, her gün karşılaştığı olaylarla savaşabilmek için tam anlamıyla bir “hayatta kalma organı” olarak çalışıyor. Delirmemek, üç aşağı beş yukarı düz bir çizgide yürüyebilmek için çok kişilikli gibi davranmak zorunda kalıyor. Bu nasıl oluyor biliyor musunuz?
Diyelim bir haber okuyorsunuz.
Ayşe Arman’ın devlet hastanelerindeki kürtaj skandalıyla ilgili haberlerini takip ediyorsunuz mesela.
“Acaba bugün nasıl bir dehşet sahnesi canlanacak gözümde” diyerek açıyorsunuz sayfayı.
Gözleriniz kısılıyor. Ciğeriniz eziliyor. Kendinizi “Her an aşağılanmaya mahkum zavallı bir varlık” olarak hissediyorsunuz. İnsanlığınızdan utanıyorsunuz.
Başkaları utanmaz, kasaplık yapar, satırın altına da kadın rahmini koyarken, siz, onların adına utanıyorsunuz. Cehalet, cahillerin vaziyetin farkında olmayacakları, hatta kendilerini “gelişimini tamamlamış yetişkin birey” hissedebilecekleri kadar kadar derinlere işlemiş.
Vicdan duygusu binmiş bir sandala, uzaklara gitmiş. Usulsuzlük gıda sektöründen eğitime, üniversitelere kadar sıçramış.
Herkes önce kendini sağlama almanın peşine düşmüş. Kalabalık sokaklarda, caddelerde öyle bir hal ver ki, sanki gemi batıyor, filikalara doluşmak için kadın erkek çoluk çocuk birbirini eziyor.
Siz de bunları, görüyor, okuyorsunuz. Peki sonra ne oluyor?
Türk tipi kişilik bölünmesi
Şimdi olanları unutup, hayatınıza devam etmelisiniz. Hiç bir şey olmamış gibi dönmelisiniz işinize. Bunları düşünmeden, dikkatiniz dağılmadan çalışmalısınız. Çünkü dikkatinizi vermezseniz, hayatın sizi koca dişleriyle çiğneyeceğini biliyorsunuz.
Okuduklarınızla, olanlarla ilgili hislerinizi bir anda kalın duvarlı bir odaya hapsetmeye mecbursunuz. Başınıza, başımıza gelen her şeyi “normalleştirmek” durumundasınız.
Öte yandan hayatı tesadüfen yaşadığınız bir ülkede bulunduğunuzun farkındasınız. Fakat bu gerçeği gözardı etmek zorundasınız.
Eğer tesadüfen yaşadığınız gerçeğine inanır, öyle davranmaya başlarsanız, çıldırırsınız.
Bir yanınız “Ne kadar medeni, ne kadar insancıl, ne kadar vicdanlı, ne kadar sağduyulu bir ülkede yaşıyorum” demek zorunda.
Aksi takdirde bunalım, depresyon, çaresizlik hisleri kapıda... “Kişilik bölünmesi” meselesinin tepe noktalarından biridir herhalde “Şu an çok huzurluyum” dediğimiz anlar... Çarpıklıkları unuttuğumuz, aileyle, arkadaşlarla sohbet ederek çok mutlu olduğumuz, sevgiliyle koltuklarda bir sağa, bir sola savrulduğumuz o huzurlu zamanlar... Çünkü ara sıra “Her şey harikaymış gibi yaşamak zorunda” hisseder beyin kendini. Yoksa öleceğini düşünür.
Çok sıradandır bizim için başımıza gelene şaşırmak, sinirlenip gülmek, biraz durulmak, yine sinirlenmek, ardından çok kızmak, umutsuzluğa kapılmak, sonra da her şey normalmiş gibi yaşamak...
Çok sıradandır karanlık duygular selinde nefessiz kaldıktan sonra yorganın altına, sevdiğimizin kollarına sığınıp huzur denizine doğru kulaç atmak.
Buna da artık “Türk tipi mecburi kişilik bölünmesi” demek şart...
Paylaş