Geçen hafta birkaç gün Ankara’daydım. Ankara neymiş biliyor musunuz?
Elbette bu söyleyeceklerim başkentle sıkı-fıkı bağı olanlar, orada yaşayanlar-çalışanlar için geçerli olmayabilir. Diyeceğim ki, oraya bir turist gibi giden adam için zamanın yavaş aktığı bir ıstanbul’muş. ıstanbul gibi “Bu şehirde her şey hızlıdır. Sürekli düşünmelisiniz, acele etmelisiniz, haydi hop!” demiyormuş. Burası bana en son çocukluğumda yazlıktayken hissettiğim bir “yavaşlık” hissini tattırdı: “şu anda hiçbir şey yapmak ve düşünmek zorunda değilsin, sadece Tenten ve Tommiks’lerini oku. Annenin makyaj malzemelerinin, ayakkabılarının, kitaplarının, dergilerinin içinde kaybol ve sütünü iç. Başka bir sorumluluğun ve işin yok.” Böyle bir şey işte... Bu arada, hiç annenizin, anneanneninizin evinde eskiden baktığınız kitapları karıştırıyor musunuz? Vermediyseniz-atmadıysanız muhakkak yapın bunu, dünyanın en tatlı hisleri geri geliyor bir anda. Geçen gün evde küçüklüğümde hastası olduğum resimli bir ansiklopedi setini buldum (hatırlarsınız belki, 1973’te basılmış, içinde “Neden Niçin?”, “Kim Kimdir?” gibi fasikülleri vardı). Sonra, Kadıköy’de şimdi Mango’nun olduğu binanın yan tarafında Haşet Kitabevi vardı, oradan aldığım pop-up book’lar (hani açtığınızda içinden bir şeyler fırlayan kitaplar), sonracığıma, ağabeylerden-kuzenlerden kalma çok eski masal kitapları, (mesela Oz Büyücüsü’nün 1950 baskısı, Külkedisi, Pamuk Prenses gibi klasiklerin eski baskıları)... ışte tüm bunların yıllar sonra kapağını açınca delirecek gibi oluyor insan. Neyse, ne diyordum, Ankara... Orada bulunduğum birkaç gün televizyon pek açılmadı, internette sörf yapılmadı; üstelik ikamet yerim merhum gazeteci Erdoğan Tamer’in eviydi, dolayısıyla bu bahsettiğim “çocukluk hissi”ni yakalamak için kütüphanede karıştırılacak çok şey vardı tahmin edersiniz. Herkesin iş peşinde koştuğu güzel bir öğleden sonrayı çalışma odasında bağdaş kurup tozlu eski kitaplar arasında geçirdim... Bir tek yanımda sıcak süt ve Cicibebe (sütlübüsküü) eksikti...
Gündüz kaynar, gece donar her bahtı kara!
Ankara iyi hoş da o ne iklimmiş kardeşim. Kara iklimi. Gündüz Etiyopya sıcağı, gece Alaska soğuğu. Totom dondu çok afedersiniz. Bir iklim gündüz sizde evde donla gezme isteği uyandırırken gece “Kaban istiyorum, aba istiyorum! Keçi kılı battaniye de ört” dedirtmemeli. ınsaf. Fakat sevdim ben Ankara’yı. ılk ve son ziyaretim 13 yaşındayken bir ortaokul gezisi ile olduğu için bu, ilk tecrübemdi desem yanlış olmaz. Zaten o zamanlar feci hava kirliliği vardı, şehir Nostradamus’un flu rüyaları gibi görünüyordu, pek hatırlamıyorum açıkçası. Epey yürüdüm, gezdim; güneşli ve temiz hava eşliğinde bambaşka bir şehirle tanıştım. Öte yandan “his” olarak bana ıstanbul’dan pek farklı gelmedi (deniz olmaması haricinde), çünkü genel olarak ıstanbul’un Anadolu yakasına çok benziyor. Diyorsun, “Aa, Çankaya resmen Koşuyolu’ymuş”... Cinnah Caddesi de Barbaros Bulvarı ve mağazasız bir Bağdat Caddesi karışımıymış (bir kalabalığı eksik tabii)... Kızılay, Mecidiyeköy-Kadıköy arası bir şey. Ulus, denizsiz bir Karaköy. Sonra, Gaziosmanpaşa inceden Etiler. Henüz buranın tadını alamamışlara, şehirle az tanışık ve “Ya orası sıkıcı bi şehir yaa” diye serzeniş eden siz sevgili Habitus okurlarına bir anlatayım dedim hani. “Karanlık ve sevimsiz” önyargısına sahipseniz o hisleri derhal terk ediniz, o yüzden diyorum yani...
Burası Küçükesat gece hayatı pek kesat!
Kafiye olsun diye yazdım sevgili Habitus okurları, zira tarih boyunca Küçükesat ve gece hayatı birbirinden çok uzak kavramlar olmuştur. Sadece Küçükesat’taki meşhur Aspava dürümcüsünü söylemeden geçmeyeyim, gidilmeli, tadılmalı. Neyse, Ankara’nın gece hayatı konusunda “The city that sleeps” demek mümkün. Gece hayatı 1, hadi bilemedin 2’de biter mi ayol? Cumartesi gece şöyle bir turlayalım dedik, Tunalı’da Nada’dan başladık, sıradan mekanları yokladık. Son durağımız Random idi, tam şöyle bir içkilerimizi söyleyelim de soluklanalım dedik, fakat o da ne? Saat 12.45 ve içki söylersek sadece 15 dakikamız var! Bu güzel yürüyüşün ardından fondip yapmayı tercih etmedik, ellerimiz bomboş, yüreğimizde bir sızı, biraz oturduk ve tıpış tıpış eve döndük. Cumartesi gecesi saat 1.30’da son buldu. Uyanın sevgili Ankaralılar, gece bu saatte biter mi yahu!