Paylaş
Seçim tantanasından tutun da gece hayatına, dizilerden reality show’lara, iğne atsan yere düşmez sokaklardan alışveriş merkezlerinin kalabalığına, dikkatimizi üzerine toplayan ne çok “hareket” var şehirde... Fakat tüm bunlar sanki hiç yokmuşçasına bir deli vahşi yaşam sürmekte ki, değme National Geographic belgeselinde göremezsiniz bu anlatacaklarımı...
Mesela bir adam cebinden cüzdan çıkarıyor. Cüzdanının üstünde parıl parıl bir madeni para duruyor. Bunu gören karga GAAAAAK diye savaş çığlığı atarak adama doğru pike yapıyor, cüzdanı çaldığı gibi kaçıyor...
Başka bir karga kardeşim, yavrusunu yuvadan düşüreni o anda “Ayyy ne olmuş yazık” diye eğilmiş küçük kargaya bakan bir yaşlı teyzeden biliyor, yine pike yaparak teyzeye saldırıyor, kafasını gagalıyor.
Karga hikayeleri bitmez bu şehirde arkadaş! Biz çekiyoruz ama kedilerin de çektiği az değil... Artık kedicik ne yaptıysa, iki karga kıstırmış bunu sokakta, biri kafasına gaga atıyor, biri poposuna. Tenis topuna dönen kedi yaralı bir şekilde yakındaki otomobilin altına kaçmayı başarıyor.
Martılar ayrı alem. Ayrıca ben martıdan korkuyorum. Yemin ediyorum, şu İstanbul’da martılarla film çekseler ve bunu Alfred Hitchcock görebilse rahmetli, “Ben niye böylesini yapamadım, bizim kuşlar yalanmış meğer” der.
Bence martının kendisi korkunç zaten, bir şey yapmasına da gerek yok ayrıca. Küçük gibi görünüyorlar ama şöyle bir yaklaşınca, maşallah, Anka kuşu mübarek. Cesaret edip bizi ensemizden yakalayıverse, kaldırıp götürür.
Ayrıca martılara sormak istiyorum: Niye bağırıyorsun arkadaşım, burada uyumaya çalışıyoruz. Ayrıca bağırmak için niçin saat sabah 5’i seçiyorsun? Seni kınıyorum.
Neyse efendim, şehirde vahşi yaşam ortamları yaratan sadece kuşlar değil elbette...
Soğan-patates canavarlaşması
Şu noktada sizleri mutfak dolaplarımızda küçük bir gezintiye davet ediyorum. Oldu da soğanı-patatesi o dolapların içinde koydunuz ve iki hafta unuttuysanız, kapağı açtığınız anda o soğan ve patates size saldıracaktır.
Evet, saldıracaktır.
Çünkü siz evde televizyon izlerken, mutlu mesut uyurken, o sinsi gibi filizlenmiş, orada kendine küçük bir tarla ortamı yaratmıştır. Patates ise utanmasa dolaba kök salacak.
Hayır yani, madem bu kadar heveslisin gelişmeye, balkona toprak dökeyim de gönlün-ce takıl. Enteresan olan da şu, ben ki, hevesle aldığım tüm çiçekleri itina ile kurutmayı başar-
mış bir insanım. Onlar kuruyor ama yüz verme-diğim soğan ve patates coşmalara doyamıyor!
Şu hayatta “çiçeklerin sevmediği insanlar” var, artık eminim. Bunlardan biri de benim sevgili çiçek coşturan Habitus okuru.
Evvelki ay babamın balkonundan hortumladı-ğım ve senelerdir itina ile yetiştirdiği rengarenk çiçeklerin şu andaki halini görseniz, ağlarsınız. Tabii hata bende. Sulamak yetmez, “Çiçekle konuşan, onu okşayan insan” olmak lazım. Bakınız teyzem, kendi aldığı vitaminleri çiçeklerine de veriyor, onları öpüyor...
O çiçekleri bir görseniz, öyle canlılar ki, neredeyse ayaklanıp ev işi filan yapacaklar...
Vahşi yaşam demişken, şu güzel yaz gecele-rinde evlere giren kelebekleri de unutmamak lazım. Pencerelerin girişine “İleride gördüğünüz ışık güneş değildir” yazacağım artık. Yazık, onlar da bizim gibi, hani bazen ışığa koştuğu-muzu sanırız da, o ışığın “yalandan ışık” olduğunu anlarız ya. Aynen o hesap.
Yarın: Böcekler, sivriler, kedi ve köpekler...
Paylaş