Şark kurnazının “normali” böyle...

Yazları Yalova’daki bir fabrikanın yanında, lağımını denize akıtan sitelerin bulunduğu bir tatil beldesinde büyümüş olmaktan ötürü olsa gerek, burnuma iyotla karışık lağım ve kimyasal madde kokusu geldiğinde “Hah” derim, “Yaz geldi”...

Haberin Devamı

İçimi tarifsiz bir mutluluk kaplar.  Düşünün, bu hissi yaratan turkuaz deniz, altın kumlar değil. Bildiğiniz bok kokusu.
İstanbul’da yaşayanlar da az çok bu haletiruhiyeye sahiptir... İstanbul’da da yaz demek bu kokusu demektir. Mesela Kadıköy’de Kurbağalıdere etrafında yürürken gözlerinizde şimşekler çakıyorsa “Oh, yaz gelmiş” dersiniz.
Mühürdar’dan çıkarken sizi çarpan lağım kokusu etrafa sinsi sinsi yayılmayı sürdürüyorsa, aylardan temmuz diyebilirsiniz.
Deniz kenarında otururken önünüzden geçen bir “insan artığı”nın size el sallaması, sıradan bir yaz gününün en sıradan olayıdır.
Düşünün ki bir ülke. Her şehri, her kıyısı, her bölgesi cennet.
Ve öyle bir çürümüşlük söz konusu ki, NORMAL bu...
Ülkeyi, çevreyi paraya ve ranta öyle bir kurban etmişiz ki, denizde yüzen şeyler normal.
Sıradan.
Üstelik bu son 10 yılın meselesi değil. Gücü elinde bulunduranlar, kendi dönemlerinde, farklı biçimlerde paraya kurban etmiş çevreyi. Neler gördü bu gözler bugüne kadar? Şehirlerin geleceğini zevksiz müteahhitlere teslim eden yöneticiler... Garabet apartmanlarla dolan şehirler...
İmara açılan yeşil alanlar...
Denizlere akıtılan atıklar...
Tüm bunlar, temel “şark kurnazı” ihtiyaçlarını karşılıyor: Güzel olması gerekmez, yıkılması da mühim değil, kafanı sokacak bir barınağın var mı? Pisliğini halının altına süpürüyor musun?
Görünürde “temiz” misin? En önemlisi de: Para dönüyor mu?
Evet... Gerisi boş. Kimse “Evet, mahvettik cennet çevremizi” itirafını yapmaz, yapamaz böyle bir dünyada. Şark kurnazı kültürlerde “işine geldiği gibi iyilik” son derece kolaydır çünkü, bilirsiniz...
Daha da ötesi, öyle kültürlerde özür dilemek geri adım atmaktır, yenilmektir. Şark kurnazları “özür dilemek zayıflıktır” anlayışıyla yaklaşır hayata.
Para konuşur.
Sorsanız hepsi çevrecidir, hepsi vatandaşını düşünür, önce insan hayatını, önce çevre bilincini ön plana koyar ama...
Önce, her şeyden önce cukkasını düşünür.

 

Haberin Devamı

İnsanı ayakta tutan: Umut

İstanbul bugün şehircilik konusunda muadili tarihi şehirlere parmak ısırtan bir şehir olabilirdi. Kültürsüzlüğün bir “kültür” olarak karşımıza çıkmadığı, gerçek bir şehir olabilirdi.
Şimdi bir haline bakın: Düşünün ki, bir şehrin denizini lağım olarak kullanmak normal. Doğasını katletmek normal. Ormanlarını imara açmak doğal. Ancak bir 3. Dünya ülkesinde görebileceğiniz çirkinlikte binalar dikmek normal. Eğitimsizlik normal, eğitimsizliğin yarattığı alt kültürün “normal şehir kültürü”ne dönüşmesi normal.
Yine de insan umut besliyor. Siyasetçilerin siyaset için değil, çevreleri için duydukları gerçek endişeleri dile getirdiği bir güne... Eğitim eksikliğinin toplumu ne hale getirdiğini görebilecek bir vicdanlının çıkacağı güne... İşte böyle bir güne dair beslenen umut, insanı ayakta tutuyor.

 

Haberin Devamı

Eyy Bodrum, Çeşme “beach” sahibi!

“Sezon kısa, kazanamıyoruz” diye 26 liraya tost satan Bodrum, Çeşme “beach”i sahibi...
Neden 26 TL? 26 lira az, ey şark kurnazı beach sahibi... Tostu, limonatayı, bir tabak salatayı daha pahalıya satmamak için seni ne tutuyor beach sahibi... Tostu 50’ye, sat? Limonu 35’e, salatayı 80’e sat beach sahibi. Elini korkak alıştırma beach sahibi... Madem açık açık insan kazıklamanın özrü “sezon kısa”, ne olur yap bunu, canım beach sahibi...

Yazarın Tüm Yazıları