Önceki gün Kadıköy sahiline doğru giden yolda ilerliyorum. Tek yön bir sokaktan, tek yön olan bir caddeye doğru, sola sapıyorum. Sapar sapmaz ters yöne girmiş bir araçla burun buruna geliyoruz. Ben yolumda gittiğim için çekilmiyorum. Ters yöne girmiş aracın geri gitmesini bekliyorum.
Sürücü koltuğunun yanında oturan kişi, “çekil” diyor, oturduğu yerde çırpınıp bağırmaya başlıyor. Camı açıp “Ters yöndesin, ne bağırınıyorsun haklıymış gibi?” diye soruyorum.
İşte buradan sonra şiddet başlıyor... Şehir eşkiyası, çekilmemi, yoksa bana “kaporta boya yapacağını” söylüyor. Kulaklarımdan yanaklarıma doğru bir sıcaklık hissediyorum.
Tansiyon yükseliyor. “Haydi bakalım, yap kaporta boyanı da, görelim” diyorum. Adamın geri adım atacağı yok. Kabadayılığını sürdürüyor.
Polis çağıracağımı söylüyorum, “Ben zaten polisim” diye cevap veriyor. Tam o anda, arkadaşının savurduğu tehditleri kuzu kuzu dinleyen sürücü şahıs, olayın daha fazla büyümesini istemiyor, “Biraz geri gidin de geçelim, kusura bakmayın” diyor. Şehir eşkıyasında geri adım yok.
Sürücü daracık bir aralık buluyor kendine, geçiyor, basıyor gaza, gidiyor.
Tehdit edilmişim, hakarete uğramışım, üstelik karşımdaki adam polis olmadığı halde “polisim” diyerek beni aklınca korkutmaya çalışmış. Sinirden titriyorum.
İnsanlık yoksunu adamın içinde bulunduğu araç giderken, plakasının fotoğrafını çekiyoruz. Ardından derhal 155’i arıyor, plakayı bildiriyor ve olanları anlatıyorum. “Ne yapacaksınız?” diye soruyorum ama memur bana sadece “Gereği yapılacaktır, iyi akşamlar” diyor ve telefonu kapatıyor.
Eve dönüyorum, yol boyunca kendimi tutmuşum, kapıdan içeri adımımı atar atmaz zırıl zırıl ağlamaya başlıyorum. Kaç saat bilmem, kendime gelemiyorum.
Peki bu olayın sonucunda, sinirden titremek, ağlamak ve toplumun geldiği vaziyeti görmek dışında elime ne geçiyor?
Elbette HİÇBİR ŞEY. Daha önce trafik kurallarını ihlal eden plakaları bildirdiğimde nasıl hiçbir şey olmadıysa, yine olmuyor. Çünkü, böyle durumlarda acil çözüm sunabilen bir sistemimiz yok. Savcılığın mesai saatleri dışında olan bu olayın sorumlusu şehir eşkiyasını şikayet etmek için sabahı bekleyecek, adamı savcılığa vereceksin.
Bir başka deyişle “uğraşacaksın”...
Haberin Devamı
“Nasılsa uğraşmaz, biz eşkıyalığımıza devam edelim...”
Haberin Devamı
İşte, şehir eşkıyaları tam olarak bu sebepten ötürü bu kadar rahatça tehdit savuruyorlar. Bu yaptıklarının bir cezası olmayacağını, siz polisi aradığınızda da başına bir iş gelmeyeceğini biliyorlar. “Nasılsa savcılığa vermekle uğraşmaz” diyor ve gülümsüyor, işlerine bakıyorlar.
Sonuç: Suçun cezası olmayınca, bu anlattığım ve benzeri durumlar her gün karşımıza çıkan sıradan olaylar haline geliyor.
Üstelik bu mesele toplumsal hayatımıza dair başka ipuçları da veriyor: Düşünün ne hale gelmişiz, nasıl bir korku imparatorluğu içinde yaşıyoruz ki adam polis kelimesini aklında “toplum güvenini sağlayan görevli”den ziyade “kural kanun tanımayan, korku salan görevli” olarak bellemiş, öyle kullanıyor.
Bu ve benzeri olaylar sadece insanımızın ne hale geldiğini değil, kokuşmuşluğun, kanunsuzluğun, korku imparatorluğunun bugünün Türkiye’sine nasıl hakim olduğunu gösteriyor.
Üzgünüm dostlar. Çok üzgünüm. Devletin, toplumun çatır çatır seslerle çökmesini engellemek için çalışmak yerine tali dertlerle uğraşıyor olmasına üzgünüm.
Kadınlara gösterilen şiddetin günlük hayatın bir parçası haline gelmesinden ötürü üzgünüm.
İnsanını korumaktan uzak bir sistem içinde yaşamaktan, eşkıyalığın bu kadar sıradanlaşmış olmasından dolayı üzgünüm.