Paylaş
Bu görüntülerden sonra Büyükuncu’nun eşi Zehra, “Derya düzgün bir insandır, biz birbirimizi çok seviyoruz” minvalinde açıklamalar yaptı.
Birbirine güvenen çiftleri görmek her zaman güzel, onu baştan konuşalım.
Hatta taraflardan biri, sürekli cıbıl gezilen bir tropikal adada birtakım güzel kadınlarla yaşasa ve o güzel kadınlar adamın göğsüne yatsa da karşısındakinin güven duygusunu sarsmıyor, bunu görmek daha da güzel.
Fakat izninizle benim bir itirazım olacak.
Öncelikle şunu söyleyeyim, sevgili Özge kardeşim, bu görüntülerde “en sevmediğimiz kadın tipine” örnek oluşturuyor.
Evli, sevgilisi olan bir adamın, çıplakken göğsüne yatmayacaksın arkadaş, yatmayacaksın.
Ha, buradaki en önemli mesele “eş kıskanması” da değil.
Kişisel alan sınırlarının (bilhassa yeni ahbaplık kurulan insanlarla olan iletişimde kendiliğinden oluşan sınırlar) ve toplumsal statünün, böyle durumlarda karşındakinin davranışlarını ve kişisel alanını belirlemesini beklersin.
Sınırlar aşıldı mı “Allah Allah?” noktasına kolayca gelirsin.
Adı üstünde, adam evli. Yani statüsü belli. Kişisel alanına bu kadar giren kadın doğrudan tuhaf karşılanacak bir pozisyona düşer. Zaten yeterince tuhaf bulunmuş ki eş Zehra’dan görüş alınıyor.
Neyse, “kıskanç bir kadın değilim” de demiş Zehra Büyükuncu. (Şimdi kusura bakmasın kendisi ama benim sevgilim Survivor’a gidecekti, sonra birisi onun kaburga kemiklerini kendine yastık yapacaktı, aman diyeyim. Artık oraya bulduğum ilk uçakla mı giderdim, yoksa kendimi mancınıkla doğrudan adaya mı fırlattırırdım bilemiyorum ama büyük olay çıkardı. Hayır yani bunun insanın kendine ya da karşındakine güvenle de çok ilgisi yok ki.
Öyle bir pozisyonu kıskanırsın, çok net. Ama yok, Zehra kardeşim kıskanmıyor, ben kıskanacağım neredeyse, yemin ediyorum. Özge kardeşime şu noktada “Ne münasebet??” demek istiyorum.)
Bazen kadınlar sağlam durduğunu ispatlamak için kıskançlıktan tepiniyor halde olsalar bile “Gram kıskanmıyorum, öyle duyguları küçükken ameliyatla aldırdım” gibi açıklamalar yaparlar, belki de böyle bir durumla karşı karşıyayızdır, onu da hesaba katmak lazım.
Tabii tekrar söylemek gerekirse, burada esas odaklandığımız konu “kadın kıskançlığı” değil. Kimi konular, samimiyet sınırı aşıldığında, son derece rahatsız edici olabiliyor.
Üstelik sadece kadın erkek ilişkileri değil, hayatın her noktasında benzer nitelikteki münasebetsizlikler canımızı aynı oranda sıkabiliyor.
Ne münasebet??
Hayatında bir defa gördüğün bir insanın seninle “-Cim, -cım, hayatım, bebeğim”li konuşması... Sahte samimiyet anları yaratması... Sırf sen onun işine yarıyorsun, ya da yarama potansiyelin var diye, aslında senden hiç hazzetmiyor olsa da, yalandan sevgi patlamaları yaşaması...
Polis memurlarının vatandaşa “Sen” diye hitap etmesi... Hiç tanımadığınız, hayatınızda bir kez karşılaştığınız ve muhtemelen bir daha hiç görmeyeceğiniz insanlarla “siz” kelimesini kullanarak hitap edersiniz. Biz, vatandaşlar olarak, kah çevirmede olsun, kah pasaport işlemlerinde olsun, hayatımızda birer kez karşılaştığımız ve alaka kurduğumuz polis memurlarına “siz” diye hitap ederken, niçin aynı biçimde muamele göremiyoruz? Bir tane “siz” diyebilen memurla karşılaşırsam, çok ciddiyim, sevinçten gözyaşlarına boğulacağım. “Hassasiyet ve nezaketiniz için sizi tebrik ediyorum” diyecek, teşekkürlerimi sunacağım.
Telefon operatörleri, abonelerinin numaralarını, birtakım markalara, o markalar kendilerini tanıtabilsin diye rastgele dağıtabiliyor. Hadi mail olsa tamam ama sabahın köründe bir ne yoğurdunun aile boyunun çıktığını bildiren bir SMS almam, bana sadece “Ne münasebet” dedirtebiliyor. Ya da, (geçen hafta yazmıştım), yine sabahın bir saatinde Altın Çilek pazarlamacılarının beni araması örneği de konumuza gayet uygun.
İşte tüm bunlar en az evli bir adamın göğsüne yatabilen kadının durumu kadar bana “Ne münasebet” dedirtebiliyor sevgili ayarını bilen Habitus okuru.
Paylaş