Paylaş
Yarışmaya eser ve icracı gönderme serüvenimiz, son yıllarda “doğuyla batı arasında kaldım”, “batımsı-doğu”, “doğumtrak-batı ötesi”, “doğulu gibi ama seksi sanki?” filan gibi formül kombinasyonları üzerinde dönüyor, farkındasınız elbet. Bu sene Eurovision’a fonetiğimize yeni bir “e” harfi telaffuzu armağan etmiş güzel şarkıcımız Hadise’yi gönderiyoruz. (Bin yıllık Mehmet ismini Mæhmet yaparak diğer bir tür e’yi yaratmış olan Arzum Onan’ı da selamlıyorum bu arada.)
Hadise’nin Düm Tek Tek’i son yıllarda “tuttuğu” düşünülen bir formül üzerine kurulu. Oynak, fıkır fıkır bir oryantal müzik ve “seksi” bir güfte. Tarzın sebebi gayet açık. “Batı, oryantal olan şeylere ilgi duyuyor.” şimdi basit bir soru soracağım size: Eurovision etkinliğinde niçin yarışıyoruz?
Ve hemen kendim cevaplıyorum: Kültürümüzü dünyaya servis etmek için. TRT bu yüzden olayın içinde. şarkıcılara bu yüzden paralar ödeniyor.
Peki benim müziğimin her zaman yapacağı ilk çağrışım Arap müziği mi olmalı?
şüphe yok ki bir imparatorluğun mirasçısıyız ve Arap müziği de içimize aldığımız unsurlardan biri.
şimdi size içimize aldığımız başka unsurları sayayım: Kafkas ezgileri, Ege, Trakya, Karadeniz müzikleri, güzelleme, koçaklama, Teke zortlatması, Roman havası...
Bu formların “pop”unu yapmak imkansız mı? Yoksa bizi biz yapan diğer müzikler Avrupalıların hoşuna gitmez diye korkuluyor mu?
Yarışmaya Dede Efendi’yle gidelim demiyorum ama “yerel” denince akla gelen tek şey “modern”leştirilmiş yalelli midir yahu? (Ya da detaylarında yalelli hissi veren bir tür müzik diyelim...)
Bugüne dek yalnızca bir kere hiçbir şey “gibi” olmayan bir şarkı yolladık. 1997’de şebnem Paker düpedüz, su katılmamış halk müziği söyledi. Nazarımda en güzel şarkı bu.
Yanlış anlaşılma olmasın, etnik bir alerjiyle konuşmuyorum. Yalnızca dünyanın en çokkültürlü ülkesinde yetişmiş olmama rağmen, yarışmaya Dubai Fahri Konsolosu gibi katılıp durmaktan sıkılmış durumdayım.
Düm Tek Tek, sadece Eurovision’un son yıllardaki “dümen”ini çözdüğümüzü gösteriyor. Bu çözüm ne yazık ki üzerinde bu kadar plan yapılan “imaj”ımızı bir noktaya çivilemekten öteye gitmiyor; önemli olan tek şey buysa.
Bu arada, Fransa adına ünlü şarkıcı Patricia Kaas, yeni albümünde de yer alacak olan S’il Fallait le Faire (Eğer mecbur kalsaydım) şarkısıyla katılıyor.
Bu şarkı olmaz. Ona, henüz çok geç değilken birinciliğin sırrını veriyorum. şarkısını değiştirsin. Yeni şarkı bana ait. Ona hediyem olsun.
Evet, Patricia Kaas’tan geliyor: Je jouerais le darbouka si necéssaire/Eğer gerekirse darbuka çalacağım...
Ördek pis bir kuştur!
Ey spa’lardan spa’lara koşan cemiyet kadınları! Sanmayın ki genç kalma sevdası yeni. Size 1931’de Muallim Halit Kitaphanesi tarafından yayımlanmış bir kitaptan bahsedeceğim: Dr. Viktor Pauchet-Genç Kalınız.
Keşke yer olsa da o yılların sağlık tavsiyelerini bir bir yazsam. Her sayfaya ayrı kahkaha patlatıyorum. Hazırsanız başlıyorum:
“Elbisenizle gölgede uzanıp kalmayınız, güneşe koşunuz ve bu esnada kabil olduğu kadar az şey giyiniz.” (Sayın Pauchet uzun yaşamanın sırrının Fedon olmaktan geçtiğini daha o yıllarda bilmiş.)
“Aptesaneye gitmeye ihtiyaç hissedilmiyorsa sevki tabiiyi uyandırmak için mahrut şeklinde bir değnek...” (Herhalde gerisi anlaşılıyordur, ben yazamayacağım. Dr. Pauchet kabızlıkla savaşıyor.)
“Tenasüli ifratlar, monden denilen hayat, dansinkler gibi insanı maddeten ve manen harap eden teheyyüç vasıtalarından kendinizi koruyunuz.” (Sık sık sevişen, salı Longtable’da, çarşamba W’daki dansink’lerde eğlenenler yanmış.)
“Ördek, gagası çamurdan çıkmayan pis bir kuştur. Kendi de, yumurtaları da mikrop doludur...” (Bir hekim bir hayvandan bu kadar nefret edebilir mi yahu??)
Ve son olarak ebedi gençliğin sırrı:
“İhtiyarlığı geciktirmek için en kuvvetli çare kendi kendine telkindir!” (Gerdirmeye gerek yok, akşam kendi kendinize konuşun, tamam.)
Bu kitap hakikaten insanın hayatını uzatıyor, çünkü çok eğlendiriyor. Ne demişler, “Neşeli ol ki genç kalasın!”
Paylaş