Paylaş
Bırakın el işçiliğini, bırakın detayda güzellik aramayı, dev bir armut bulup üzerine sarık kondursanız daha anlamlı olur.
Kim yaptı bu “heykel”i bilmem ama adam dünyanın en basit objesi olan toprak kabı bile yapamamış; içinden dökülüyor gibi görünen yoğurt ise toksik fabrika atığından hallice.
Nasreddin Hoca’nın armutsu beden şekli, Zorro maskesi takmış hali bu kütleyi heykele değil, tanımlanamayan alçıdan bir objeye, bir hilkat garibesine dönüştürmüş.
Bir yandan da alçıdan Nasreddin Hoca’ya kızmamak lazım, estetik anlayışımızın geldiği noktayla ilgili bir simge figür arasak daha “güzeli” yok...
Bir ayna gibi düşünün. Belki de bu yüzden bu kadar tepki aldı. Bugüne ayna tuttuğu için, bugün çevremize baktığımızda hissettiklerimizi, biriktirdiğimiz o kızgınlığı döktük ortaya bu “heykelimsi” aracılığıyla...
Estetiğe dair o kadar az güzellik var ki tutunacak... Tutunduklarımız ya tarihi yapılar ya da nadiren de olsa modern mimarların eserleri.
Kızıyoruz, kızıyoruz, biriktiriyoruz, sonra dökülüyoruz... İstanbul’un betonarme meydan projelerinin biri bitiyor, biri başlıyor, bir dal, bir yeşillik arayın ki bulasınız.
Kızgınlığımızı şehir projeleri ölçeğinde düşünmeye dahi gerek yok aslında, başımızı çevirdiğimiz zaman gözümüzün gördüğü ufak detaylar da ziyadesiyle dolduruyor hepimizi...
Hatırlar mısınız, eskiden otoyol kenarlarında hediyelik sepetler, hasır örgüden nefis objeler satan yerler olurdu. Gideceğimiz yere gecikirdik buralarda vakit geçireceğiz diye... Hasır örgüden duvar süsleri, lambalar, heykeller, oturma grupları, mini mini çocuk mobilyaları... Ne varsa alıp evinize götürmek isterdiniz.
Şimdi onların yerinde ne var? Dünyanın en çirkin bahçe süslerini satan, Pamuk Prenses ve 7 Cüceler’deki cücelerin parodisi gibi alçıdan heykeller, tuhaf şekilli objeler bulabileceğiniz tezgahlar...
Kimisinin tam olarak ne olduğunu bulmak için 10 dakika düşünürsünüz, o kadar söyleyeyim. O süsler hangi ara bu kadar popüler oldu, böyle saçma sapan estetik yoksunu alçıdan objeleri kim bahçesine hangi sebeple alır, koyar bilinmez tabii. Nasreddin Hoca da o süslerin dev boyutta olanı işte.
Göle alçı çalan Nasreddin Hoca, bugünkü estetik anlayışının bir yansıması aslında...
Bazen küçük küçük, bazen “beton ovadan şehir meydanı” ölçüsünde gözümüze sokulan estetik kaybının simgesi...
Bunlar hep aynı anlayış
Nasreddin Hoca neyse İstanbul’da milyonlarca lira saçılarak yapılan “otoyol duvar süslemesi” de o...
Otoyol duvarı süsleme neyse Marmara Ereğlisi’nde yapılan o insanın gözlerini kanatan “tarihi” belediye binası da o...
O belediye binası estetik açıdan neyse, otoyol kenarlarında satılan alçıdan alçı heykeller de o...
O alçı heykeller neyse tarihi binaların üstüne bile kondurulan ve insanı kör eden çirkin led’li levhalar da o...
“Eskiden de yoktu estetik” diyemez kimse. Boğaz’ın en az bozulmuş köylerinden Kuzguncuk’a gidin mesela, birbirlerine bakmasın diye cumbaları açı verilerek yapılmış Osmanlı evlerine bakın... Yıkılıp yerlerine 5 katlı betonarme gecekondular yapılana kadar çoğu eski Osmanlı yerleşimleri böyleydi.
Kadıköy’de, Arnavutköy’de, Anadoluhisarı’nda ve daha birçok tarihi yerleşim bölgesinde vardır “birbirlerine bakmasın” diye açı verilerek yapılmış cumbalı evler. 60’larda, 70’lerde gecekondu modeli dikilmiş betonarme binaların arasına sıkışmıştır pek çoğu.
100 yıl öncesinin fotoğraflarına baktığımızda zorlama, yapma değil, kendiliğinden, doğal bir güzellik çarpar gözümüze, bunu kaybettik işte.
Toplumun renkleri, farklılıkları kaybolduğunda oldu bu, sebebini biliyoruz aslında... Bu kayıp, bu tektipleştirme hâlâ devam ediyor. Bu defa başka bağlamda.
Orwell’in “1984” romanındaki distopyaya bazı yönlerden çok yaklaşmış olsak da henüz geçmişi unutturulmuş topluluklar değiliz. (Buna da şükür!) Karşımızda geçmişin estetiği tüm güzelliğiyle dururken, kimse “Zaten eskiden de estetik anlayışı yoktu” diyemez.
Önüne ne idüğü belirsiz, haydari/alçı/bozuk süt benzeri bir balçık döken Nasreddin Hoca heykeline kızasım var ama kızamıyorum, öyle güzel özetliyor ki bugünü...
İlber Ortaylı “kasaba kültürünün hakimiyeti” olarak tanımlar bunu. “Üretmeyi unutmuş, endüstriyel merkezde de üretim kapasitesi düşmüş, özgün sanatları yerine getiremeyecek çoğunlukta insanlar” diye anlatır.
Karşı çıkmak mümkün mü?
Paylaş