Paylaş
Sebebi, özellikle gelişmiş ülkelerde doğum oranlarının düşüşü olarak değerlendirilse de az gelişmiş ülkeler söz konusu olduğunda, bu durumu başka türlü okumak lazım.
Şirketlerin kâr etme stratejilerinin bir numaralı maddesi, aynı işi çok daha ucuza, hatta neredeyse bedavaya yapacak insan bulabilme “becerileri”...
Sektör ayırt etmeden, iş güvencesi hissetmeyen binlerce insanın yaşadığı yere de “üçüncü dünya ülkesi” diyoruz.
Gelişmemiş ülkelerdeki birçok “havalı meslek”teki “başarı kriterlerine” şöyle bir göz atacak olursak, listenin başında gelen özellik “insan tanımak”. Önemli tanıdığının olması, çok yetenekli olmandan daha önemli. Kendine yatırım yaparken, belki de seni bir üst seviyeye taşıyacak o “pek önemli” konuyu atlarsın: İnsan tanıma ve kendini sevdirme becerisi.
Dünyadaki birçok ülkede kendi değirmenini döndürebileceğin kadar kazandıran ve iyi kazandırıyor gibi görünen bir dolu meslek, Türkiye’de ayakta durabilmeye, normal bir hayat sürdürebilmeye ne yazık ki yetmiyor.
Yeteneği üzerine gitmek ve kendi gelişimini ilerletmek yerine kendini “ortamlara atmanın”, daha çok “önemli” şahısla iyi muhabbet kurmanın önemini kavrayanlar da “üçüncü dünya ülkesinde başarılı olmanın” anahtarını bulmuş oluyor.
Kimi şahsi başarı öykülerine yakından baktığınızda, esasında başarı hikayesi değil, cukkalı bir koca veya eli her yere yetişen varlıklı bir baba görmek artık sizi şaşırtmıyor olmalı. Bu ikisinin ve yeteneğin yokluğunda ise çok insan tanıyan, kendini sevdirmeyi başarmış, adam yokluğunda fırsatı değerlendirmiş ve “adam olmuşları” görünce, ona başarı öyküsü diyemiyoruz.
Çok severek ve arzu ederek yapılan mesleklerde başarıya ulaşmak kaçınılmaz. Fakat tek amaç “sözü dinlenen, en çok tanınan insan olmak” olduğunda, orada sadece kişisel refahın endişe konusu olduğunu söyleyebiliriz. O endişe de çoğu zaman şirketlere yaramıyor.
“Şirketini zirveye taşıyacak nitelikli çalışan”, prestijine, tanınırlık ve bilinirliğine kafayı takmış, geçmiş yıllarda ezilmiş/bastırılmış olmasının travmasını çevresinden çıkaran insanlardan çıkmıyor. Esas egodan sıyrılarak nitelikli iş yapmak ve elindekini sevmek, prestiji, gücü ve bilinirliği beraberinde getiriyor.
Çözüm, nitelikli eğitimle başlıyor
İnsanları yeteneklerine göre seçip doğru mesleği bulmasına yardımcı olacak bir eğitim sistemimiz ne yazık ki yok. Uzun yıllar boyunca da başka endişeleri bir kenara bırakıp eğitimin niteliği üzerinde kafa yoracağa benzemiyoruz.
“İşini sevmeyenler-sevecekleri işlere erken yaşta yönlendirilmeyenler ülkesi”nde, işte tam da bu nedenle “kendi işini bıraktı, yeni bir sayfa açtı” haberlerine çok ilgi gösteriyoruz. Çoğu kişinin hayatı, “aslında başka bir iş yapmak istiyordum” özlemiyle, elindeki işi sevmeye çalışarak geçiyor.
Bir üçüncü dünya ülkesinde durum böyleyken, nitelikli çalışan bulmanın zor olması şaşılacak bir durum olmasa gerek...
Diyelim ki bir adam/kadın sevdiği işi yapmak istiyor. Çoğunluğun, bankadan dev krediler alıp veya elindeki avucundakini bir hayale yatırıp risk alacak durumu yok. Bu riskleri alanlar, daha ziyade az önce söylediğimiz “para kazanma endişesi olmayan, zevk için çalışan”lardan çıkıyor.
Endişe taşımadan çalıştıkları, işlerine odaklanmakta zorlanmadıkları için, sırtlarında bir destek olmadan bir işe girişmişlere nazaran, zirveye daha kolay ulaşabiliyorlar. Hele ki yeteneklilerse, işte o zaman başarı kaçınılmaz oluyor.
Toparlayacak olursam; “nitelikli çalışan” bileşenlerini tutturmak zor. Önce yeteneğini bulacak bir eğitim sistemin olacak... Sonra şirketler, çok ucuza adam çalıştırmaktan vazgeçecek. Dev kâr etmek yerine “Az dev kâr” riskini alacak, “daha az yeteneklisi de aynı işi yapar, para kazanma sıkıntısı olmayan çalışanlar bize daha çok yarar” diyerek yeteneklileri harcamaktan vazgeçecekler.
Ondan sonra gerçek başarı hakkında konuşabiliriz...
Paylaş