Paylaş
Neden bitiyor bu ilişkiler? Burcu Esmersoy’un dediği gibi, neden “olmuyor” bir türlü?
¡¡¡
Kendini daha önce gitmediğin, bilmediğin, ancak fotoğraflarından gördüğün bir yerde hayal et. Tropik kuşaktaki bir adada mesela. Hiç karşılaşmadığın türde bitkiler, hayvanlar... Altın rengi, pudra yumuşaklığında kumlar... Cam gibi deniz, derinlere doğru turkuaza dönüyor; manzara öyle güzel ki, bakarken kendini ölecekmiş gibi hissediyorsun.
Turkuaz adada bir sene boyunca kaldın diyelim. O ilk gün, o renklere inanamadığın ve gözlerinin kör olduğu günden bir sene sonrasına atlayalım: Kendini kumsalda aptal aptal otururken bulabilirsin. Denize bakıp “Deniz işte, bildiğin su, ne var?” diyorsundur. Yüzün asıktır, canın sıkılıyordur bu adada, yapacak bir şey kalmamıştır. Gözlerin alışmıştır çevrendeki güzelliğe, artık burada yaşamak sıradan geliyordur. İlk gün seni ölecekmiş gibi hissettiren o ada, artık sana heyecan vermiyordur.
İnsanoğlunun laneti işte bu: Alışmak. Koşullara adapte olmak, hayatta kalmak için gerekli bir özellik belki ancak bu aynı zamanda bir lanet. Dünyanın en güzel yerinde, seni en muhteşem hissettiren mekanda yaşa, ona bile alışırsın. “Ne var yani” dersin bir gün, “Ev işte”... Evi olmayanı düşünmezsin, elindeki sana az gelir.
İlişkiler, insanlar da böyle işte. Lanetli gibi alışıyorsun sana ilk gün muhteşem gelen hislere.
Sonra neye, kime dönüşüyorsun, bu önemli tabii. Onu sonra konuşuruz.
¡¡¡
Sıradanlaşmanın doğal bir sonucu oluyor: Değersizlik.
Hâl, tavra da siniyor bu vaziyet, yaşayan için değil, bunu gözlemleyen için bile eziyet...
Bir restoran düşünün... Birbirleriyle hiç konuşmayan, telefon karıştıran, asık suratlı bir çift oturuyor bir masada.... Hiç konuşmuyorlar, yemeklerini hızlıca yiyorlar. Erkeğin ilişkilerinin ilk zamanlarındaki o nazik halinden eser kalmamış, ağzı beş karış açık lokmalarını çiğniyor, kıtlıkta gibi ekmekleri ağzına tıkıştırıyor. Yemek bitiyor, adam sırtını sandalyeye yaslıyor, göbeğini sıvazlayarak “BRRRÜST” diye –çaktırmadığını sanarak- geğiriyor, baygın gözlerle sağa sola bakıyor ve ÇOK sıkılıyor...
Kadın eve geldiğinde Facebook’tan aşk ve sevgiye dair romantik sözler paylaşıyor. “İtina” bekliyor aslında biraz, ilk tanıştıkları günlerin beklentisi yok ama itina istiyor işte azıcık. Daha fazlasını değil.
¡¡¡
Bazen aslında ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyoruz.
Hayatı kendi kendimize zorlaştırıyoruz. Şükretmek, elindekinin değerini bilmek, hayatı sıradanlaştırmamak, o renkli gözlükleri çıkarmamak o kadar da zor olmamalı.
Hafta sonu evde kaldığınızda etrafınıza bir bakın. Evde yalnız kalmak o kadar da sıkıcı olmayabilir. Kitaplar, filmler, karıştırılacak eski kutular, eski fotoğraflar. Bildiğiniz, sıradan bir apartman dairesi panayır gibi gelebilir. Üstelik adı üstünde, KENDİ eviniz. Kiralık da olsa, size ait de olsa SİZİN eviniz. Bir eviniz olmayabilirdi.
Sizi seven biri varsa hayatınızda, bu gerçeğe alışmamayı deneyebilirsiniz. Düşünsenize, dünya üzerinde sadece sizi seçmiş. Sizi seviyor. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi?
Bu, sizin için de geçerli. Birini seçmişsiniz, onu seviyorsunuz. İnsanın içini ısıtan daha büyük bir güzellik var mı?
Alışmayın hayatınızdaki güzelliklerin sıradanlaşmasına.
Ne olur alışmayın.
Paylaş