Milli gururumuz, milli sporumuz

Milli içkinin çerçevesini çizdikten sonra aklıma düştü: Milletçe en çok hangi konuyu gurur meselesi yapıyoruz?

Haberin Devamı

Allah aşkına bir düşünün. Neyi?
Elbette ki önce trafiği!
Peki sanıyor musunuz ki milli sporumuz güreş, okçuluk veya cirit atma...
Hayır! İddia ediyorum, eğer milli içkimiz ayransa, milli sporumuz da trafikte yol vermemektir.
Evet, doğru duydunuz, milli sporumuz, ayakların son derece profesyonel bir ustalıkla gaz ile fren arasındaki milimetrik hareketlerinden, son derece stratejik bir takım akıl jimnastiği pratiğinden oluşan “trafikte yol vermeme” sporudur. Kadınlar, erkekler, amcalar, teyzeler, canını verir ama yolunu vermez.
“Teğet geçmek” tanımı İstanbul trafiğinden sonra sözlüklerde yeniden tanımlanmıştır.
Trafik ışıklarının olmadığı dörtyollarda, birbirlerine yol vermemek için kafa kafaya gelene kadar gaza basan sürücüler sayesinde “Köprüdeki iki inatçı keçi” masalı eskimiş, La Fontaine mezarında ters dönmüştür.
Gaz-fren yapmak ve yol vermeden teğet geçmek çok ama çok zordur esasında, yurdum sürücüsü bunu öyle güzel becerir ki Curling sporcuları bile performanslarını kıskanır. Bu kadar mı yoğun, itinalı ve milimetrik çalışılır arkadaş.
Ortalama bir Türk sürücüsü, tüm hayat enerjisini, düşünme kapasitesini yan araca yol vermeyip teğet geçmekle harcar. Futbola bile, adeta bir şeref meselesi olan yol vermeme konusu kadar kafa yormaz.
? Sinyal verdiniz, sol şeride mi geçeceksiniz?
10 kilometre arkanızda bulunan ve henüz geride uzayda bir nokta büyüklüğünde görünen araçtaki sürücü, önüne geçeceğinizi anlar ve bunu şeref meselesi haline getirir.
Bu durumu kaldırması mümkün değildir.
Derhal gazı kökler ve saniyenin binde biri kadar bir sürede arkanızda bitip selektör yapar.
Siz kuralına göre bir hareket yapmışsınızdır ancak onun önüne geçtiniz, yanlışı oradan yaptınız. Siz kim oluyorsunuz da onun önüne geçiyorsunuz?
Resmen önüne geçerek gururuyla oynuyorsunuz!
Yeri gelmişken: Gururla korna çalan taksiciler. Sokakta yuvarlanan torbaya bile korna çalma potansiyeli olan taksiciler.
Kaldırımda hareket eden, duran, durmayan, yürüyen, koşan her canlıyı potansiyel müşteri olarak gören, ne kadar çok korna çalarsa o kadar müşteriyi aracına bindirmeye ikna edeceğini düşünen taksiciler.
Her fırsatta korna çalan taksiciler. Pazar sabah, salı akşam, hastane önü dinlemeden hep korna çalan taksiciler.
Canım taksiciler.

Haberin Devamı

Bazen sizde de...

Haberin Devamı

* Twitter’da “hayata dair özlü söz” yazanları gördükçe bazen sizde de şöyle hafif hafif “Osmanlı tokadı sallama” hisleri oluşmuyor mu? Misal, tam “Ancak durgun su, yıldızları yansıttı...” derken ÇAAT. Ya da, ne bileyim, tam “En yaşanmış anlar henüz yaşanmamış olanlard...” diyorken, ÇAAAAT.
* Facebook’ta dal-gül ve Çin atasözü paylaşımları gördükçe sizde de bahara karşı bir soğukluk, çiçeklerden hafif bir tiksinme oluşmuyor mu?
“Hayatı anlatan cümlelere karşı bünyenizden bir “He canım he. Hayat öyledir, he” tepkisi yükselmiyor mu? “Başlarım dala güle” deyip hesabınızı kapatasınız gelmiyor mu?
* Her konuyu ama herrrr konuyu burçlara, geri kalan konuları da yükselen burçlara bağlayabilenleri dinlerken havale geçirecek gibi olmuyor musunuz? “Doktorların geçen sene yüz nakli yaptığı adamı hatırlıyor musun?” deseniz bile “Ay yükseleni neymiiiş?” diyebilecek potansiyeli gördüğünüzde... Japon anime karakteri gibi ağlayarak ve hızla koşarak uzaklaşasınız gelmiyor mu?

Yazarın Tüm Yazıları