Paylaş
Herkes yapılan açıklamalara isyan ediyor.
Sorunları çözmek için birtakım görev pozisyonları edinmiş kişiler başımıza gelenleri normalleştiriyor, yaşadığımız acıları “hayatın çeşitli cilveleri” olarak görmemizi bekleyen bir duruş sergiliyor ve gerçek meselenin koltuk sevdası olduğu ortaya çıkıyor. İşte o zaman vatandaş “isyan” noktasına sürükleniyor...
Ekonomiye yön veren dev global şirketleri düşünün. Büyüklüklerini ve kontrol güçlerini korumak için ilk değer verdikleri konu, “yükselen başarı grafiğinin devamlılığı”dır. Çevre duyarlılıkları, insan hayatına verilen değer, -bunu pek açık etmeseler de- her zaman ikinci plandadır.
Şöyle anlatayım: Diyelim ki bir şirketin adı sansasyona karıştı. Yanlış bir iş yaptılar. Toplumun sağlığıyla oynadılar. Veya bir sürü insanın ocağını söndürdüler.
Maddi güçlerinden ötürü bunun duyulmamasını, duyulsa bile en azından yayılmamasını öyle iyi sağlarlar ki, markalarından birinin ismi zikredildiğinde akıllarda olumsuz bir fikir belirmesin.
Markalarını korur ve başına kötü haller gelmesini engellerler, çünkü ancak bu şekilde “dünya devi” olma halini sürdürürler...
Siyasi partiler de aynı dev şirketler gibi kendi “marka değerlerini” korumak zorunda hissederler. Marka değeri koruma çalışmaları, aynı büyük şirketlerde olduğu gibidir, kötü bir hadise yaşandığında öncelikle olanların duyulmamasını, duyulsa bile kötü algı yaratmamasını sağlamaları gereklidir. Dünyanın birçok yerinde benzerlik gösteren “her şeyden önce kendini korumacı” siyasetçi davranışı, ona şöyle yapmasını söyler:
“Halkına iyi görünmek, etkileyici işler yapmak, ülke meselelerine çözüm bulmak ve bulduğunu göstermek isterken, üst üste acı haber mi aldın? Her şeyden önce, olanların seninle ilişkilendirilmemesini sağlamalısın...”
En değerli konu “marka değerini korumak” olunca
İlk hesap marka değerini korumak olunca, vatandaşın yaşam hakkı, bilgi alma hakkı, adalet isteme hakkı ve aklınıza gelebilecek tüm “hak”lar ikinci plandadır.
Tabii siyasi partilerin büyük şirketlerden farkı şu: Olanların üstünü örtmek ya da ne olursa olsun “pozitif algı uyandırmak” öyle kolay değildir.
Olan kabak gibi ortadadır çünkü.
Her gün ölüm haberi aldığın bir ülkede söylediğin sözlerle, marka değerini korumak bir yana, ancak kendini komik duruma düşürebilir, vatandaşını sinir hastası edebilirsin.
Siyasi partiler, size para ödemez, hayatınızı kolaylaştıracak “ürün”ler sunmaz, onun yerine “hizmet” vaat eder.
Çoğu zaman fark etmeyebilirsiniz ama siyaset, hayatınızı yönetir.
Yönetimde hak sahibi kişiler siz isteseniz de istemeseniz de yaşamsal alışkanlıklarınızda büyük değişiklikler yaratır.
Toplumda düzenin sağlanması için korku kültürü yaratılmasında bir acayiplik yoktur ama korku kültürünü, kendi varlığının, egemenliğinin altını için kullandığın zaman, işler bozulur.
Bugün “sıkıysa 66 aylık çocuğunu okula yollama, sıkıysa oğlunu askere yollama, sıkıysa kürtaj yaptır” diye azarlanarak yaşıyoruz.
Fakat... Umut, korkudan daha kuvvetli bir duygu.
O yüzden en karanlık haberler aldığımız bir zamanda bile “Aklın yolu birdir, doğanın terazisi her zaman yol gösterir, dünyada denge prensibi her zaman bakidir” diyoruz.
Kendimizi avutmuyoruz, sadece üzülüyoruz, siyasetçilerin büyük şirketler gibi davranmamasını bekliyoruz.
Kravat takıp koltukta oturmak kolay.
Acı durumlarda, o koltuklarda marka değerini korumak için çırpınan siyasetçiler değil, milyonlarca canın vicdani sorumluluğunu taşıyabilen otoriteler görmek istiyoruz.
Paylaş