Paylaş
17 Ağustos zamanı yazacağım yazıyı.
Nasıl anlatırım, neresinden tutarım bilmiyorum.
Bu defa köşemi parçalara, konulara bölemiyorum.
Bugün, başka bir şey düşünemiyor, etrafta olanlarla pek ilgilenemiyorum.
18 yılın hangi bir anını, hangi kokusunu, hangi tatlı yanını, hangi acısını boğazım düğümlenmeden yazarım, ondan da pek emin olamıyorum.
* * *
Geceleri yatmadan önce çoğu zaman yaparım bunu.
Yalova’yı, eski yazlarımızı düşünürüm, sanki film izliyormuş gibi.
Her anını tek tek gözümün önüne getirir, uzun uzun pause’layarak yaşarım tüm sahneleri. Önce denizin kokusunu hayal ederim.
Bildiğiniz deniz kokusu değildir o, biraz ötedeki boya akıtan fabrikalar bir yandan, artıklarını boşaltan siteler bir yandan, “besler” onu her gün usanmadan.
Bazen tahammül edemezsiniz ama iyi günündeyse en fazla çok çok yosun ve iyot kokusu gelir Marmara’nın o tarafından...
İşte önce oranın alâmetifarikası bu kokuyu hatırlarım.
Hatırlamakta zorlanırsam atlar arabaya Caddebostan sahiline gider, deniz kenarında oturur, gözlerimi kapatırım.
Ne de olsa karşı sahil Yalova; az çok benzerdir kokusu.
Depremle birlikte şimdi acı-tatlı bir hatıra olan yazlığımızı düşünürüm.
Gözlerimi kapatır kapatmaz, on yıl öncesine giderim. Sitemizin o ince uzun dalgakıranına havlumu serer uzanırım.
Sıkılınca kalkar dolanır, biraz salıncakta sallanırım.
Çene Suyu kamyonu gelir, bidonu kapar, yanına yollanırım.
Biraz daha geriye, 80’lere dönerim.
Saklambaçta, hep beni ebe yaparlar ağlarım.
Kovalamaca oynarız, yere düşer, dizimi yaralarım. Fena yakan kıpkırmızı tentürdiyodu sürerler üstüne, yaygarayı basarım...
Perili eve bakarız, gece sahilde oturup UFO muhabbeti yaparız, korkarım.
Bir gün bisikletle bir gün patenle, o zamanlar koca bir dünya gibi gelen sitenin içinde turlarım.
Babam balığa gider, nokta gibi görünen sandala el sallarım.
Yandaki boş arsada gece ateş yakacağımız için heyecanlanırım.
Sonra, apartmanda yukarı çıkar, katları dolaşırım.
Tek, tek, hangi dairenin kapısı nasıl gıcırdıyordu, onu bile hatırlarım.
90’lara gelirim.
İlk defa aşık olurum.
İlk aşkın o deli mutluluğunu da orada tadarım, yıllar sonra gelen tatsız ayrılığın acısını da...
İlk güzel arkadaşlıklarımı burada kurarım.
* * *
Sonra bu hatıralarım sallanır, sallanır, yıkılır.
Ne yazık ki, sadece hatıralar değil, insanlar da o binaların içinde kalır.
Bizim oralardan bir kişiyi, sitemizin bekçisi Mehmet Efendi’yi yutar deprem.
Çöken binada mahsur kalan ailem, çevredekilerin yardımıyla kurtarılır.
Fakat artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır...
* * *
Hep önünden geçerim ama sadece bir kere cesaret edebildim orayı ziyaret etmeye.
Şimdi orada küçücük bir arsa var.
Bizim koca dünyamız küçücük bir arsanın içine sığmış bir zamanlar.
Sahil aynen duruyor, paslanmış direkler, sarkan lambalar, ot bürümüş bir kum havuzu, kırık salıncaklar, banklar...
O sahil, o çatlamış asfalt, o eskiden düzgünce biçildiği belli olan çimler...
Tek tük kalmış, hâlâ ısrarla açan, zamanında Mehmet Efendi’den kaptığımız hortumla suladığımız çiçekler...
Şimdi biçimsizce uzamış ama bir zamanlar bahçe makasıyla üzerleri dümdüz edilen, siteyi çepeçevre saran otlar...
Dilleri olsa da konuşsa, neler anlatırlar...
* * *
Yalova sahilinin en eski sitelerinden biriydi şirin Sahil Sitesi.
On yıl önce yıkıldı.
Çocukluğumuzun biricik mekanları Aydınkent, Aydın-4, Ceylankent, Yüksel Sitesi, Engin Sitesi ve yıkılan diğer sitelerde bulunmuş, Çınarcık, Yalova, Kocaeli, İstanbul ve depremin acı yaşattığı her ilde anılarını ve hepsinden önemlisi sevdiklerini yitirmiş olan herkesin acısını paylaşıyorum, sabır diliyorum...
Paylaş