Paylaş
Bir sene önceydi. Hareketsizlik, lüzumundan fazla ve sağlıksız beslenme sonucu kilom 59 olması gerekirken 80’e varmış...
Sağlık problemleri başlamış...
Hangi doktora ne şikayet için gitsem laf aynı:
“Önce kiloları vereceksin.”
Yola başlarken çok yılgın hissediyor insan kendini.
Aynaya bakıyorsun, kendini tanıyamıyorsun. İnsanlar arkandan “Nasıl böyle kilo almış?” diye konuşuyor, duyuyorsun.
Tüm bunları geç, sağlık elden gidiyor. Nasıl gitmesin, vücut alışkın olmadığı bir ağırlığı üzerinde taşımaya çalışıyor.
Hormonal sorunlar, sinirsel problemler almış başını gidiyor...
Önce Nil Şahin Gürhan’ın kapısını aşındırdım. Belirli bir eşiği geçtikten sonra kendi kendine kilo vermeye çalışmayı tehlikeli buluyorum. Zira “ortalama insan” dediğin, vücudunu nasıl besleyeceğini bilmiyor. Hepimiz beslenme acemisiyiz.
Sağlık problemlerimizin bir kısmını beslenme, daha doğrusu beslenememe aracılığıyla kendimiz yaratıyoruz. Şişmanlık da bunun bir sonucu. Beslenmeyi bilmemenin sonucu.
Dolayısıyla Gürhan’dan öğrendiğim şey “diyet yapmak” olmadı bu süre içinde.
Vücudumun neye ne miktarlarda ihtiyaç duyduğunu, yani nasıl beslenmem gerektiğini öğrendim. Hâlâ öğreniyorum.
Ne kadar protein, ne kadar yağ, ne kadar karbonhidrat lazım, vücudun kendini diri tutabilmesi için hangi mineralleri ve vitaminleri, hangi fitokimyasalları hangi besinler üzerinden alması lazım, öğrendim...
Beslenmeye dair bugüne dek aklıma girmiş tüm saçmalıkları geride bıraktım. (Malum, kilo verme sürecinde olan herkes için bir “tavsiye silsilesi” söz konusu olur. “Ekmeği kes”, “Akşam 6’dan sonra bir şey yeme” gibi çok bilinen yanlışları kırmak zor oldu.)
Ve elbette spor. Beslenme ile biraz yol alınca “Daha ne yapabilirim” diyorsun.
Eh, masa başında otura otura neredeyse yürümeyi bile unutacağız...
Önce yürüyerek başladım. Sonra kesmedi, yavaş yavaş koşayım dedim. Tabii acelecilik ve sabırsızlık serde var, kısa bir süre sonra dizlerim beni taşımamaya başladı. Müthiş bir ağrı...
Fazladan 15 kiloyla koşunca, 4 ile çarpılıyor, dizlere 60 kilo yük bindiriyorsunuz. Yanlış ayakkabı seçimi, vücuda fazla yüklenmek, güçsüz bacak kasları birleşiyor, bu hataların bedeli dizlerde yumuşak doku zedelenmesi olarak ortaya çıkıyor; ki bu pek çok acemi koşucunun problemidir...
Sonra tedavi süreci... Fizik tedavi, doktor ziyaretleri... Bir süre pek hareket edemedim.
Ki insan bir defa koşmaya alışınca, düşük tempolu spor aynı adrenalini asla sağlamıyor.
Koşmaya “aşık oluyorsun” bir süre sonra, onsuz yapamıyorsun.
Doktor “bir süre kendini yorma” deyince, elinden oyuncağı alınmış çocuğa dönüyorsun...
Kiloları neredeyse tamamen verince, tekrar koşmayı denemek istedim. Yavaş yavaş, bacak kasları egzersizleri yapa yapa, hafif jogging ile tekrar başladım.
Her gün yüzde 10 mesafe artırarak tekrar 5 kilometrelik koşularıma geri döndüm.
Bu süreç boyunca Yonca Tokbaş’ın çok desteği oldu. Eğer korkup “Yok, ben bir daha koşmayayım, dizlerimi kaybetmek istemiyorum” deyip vazgeçmediysem, bunu Yonca’ya borçluyum.
Bir hayalim var
Yonca, 3 Mayıs’ta yapılacak Wings for Life World Run’da yer almak üzere “Bir hayalim var” isimli bir takım kurdu.
Wings for Life Vakfı’nın, omurilik felcinin kalıcı tedavisi için kaynak yaratmak amacıyla düzenlediği bir koşu bu. 34 ülkede aynı saatte başlayacak. Biz de koşacağız.
Eğer beraber koşalım derseniz, adresimiz wingsforlifeworldrun.com. Takımımızın adı “Bir hayalim var”.
Spor, kendiniz için yaptığınızda çok güzel. Başkasının faydasına dokunduğunda, daha da güzel. 3 Mayıs’ta koşamayanlar için birlikte koşalım.
Paylaş