Kopya kültürüne dair müthiş bir film

Geçen hafta son bulan !f İstanbul’da, hepimizin izlemesi gereken bir film gösterildi.

Haberin Devamı


Motör: Kopya Kültürü ve Popüler Türk Sineması.
Yönetmen Cem Kaya, müthiş bir kurguyla, iliklerimize kadar işlemiş kopya kültürünün köklerini, sinema tarihimiz üzerinden anlatmış, 1950 itibariyle Türkiye sinema tarihini bir buçuk saatlik bir belgesel-filme sığdırmış.
İşte filmden kısa notlar...
* İmkansızlık ve sansür, sinemacılarda yaratıcılık patlamasına sebep olmuş.
Mesela şaryo mu yok? (Hani çekim yapılırken bir ray üzerinde kameranın kaydırıldığı sistem.) Bakın ne yapıyorlar: Önce bir sehpa buluyorlar.
Sehpayı ters çevirip dört ayağının yerle temas ettiği yere üç-dört adet çiviyi yarısı dışarıda kalacak kadar çakıyorlar. Sonra çivilerin dışarıda kalan kısımlarına beyaz kalıp sabun oturtuyorlar.
Sehpayı çevirip, ayaklarını rayın üzerine yerleştiriyorlar, kamerayı da sehpanın üzerine...
Çekim esnasında hareketi sağlamak için masanın ayaklarına doğru su döküyorlar. Al sana şaryo...
* Devlet, ham filmin ithalatına sınır koyuyor. O sebepledir ki, “ham film sıkıntısı” var ülkede. Yasal yollarla satışın dışında kaçakçılığı da var işin... Ham film bulamayan yönetmenler “Nasıl daha az film kullanırım” derdinde.
Bir sahne bir daha çekilmiyor, tekrar desen yok, oyuncular oynuyor, geçiyor.
“Olduğu kadar” artık, yönetmen elindeki malzemeden ve elinde kaç metre ham film varsa, ince hesaplarla bir film çıkarmaya çalışıyor.
“Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nde elindeki filmin son metrelerine bir “son” sığdırmaya çalışan Şener Şen’i hatırlayın.
* “Efekt” meselesi ayrı bir alem. Dönemin efektçileri, dönemin yönetmenleriyle birlikte dünya üzerindeki en yaratıcı insanlardan sayılmalı.
Mesela at mı koşuyor? Bir leğen içindeki çakıl taşlarının üzerinde senkronize şekilde tepinilir...
Havlayan köpekler bile dublaj sanatçıları tarafından itina ile seslendirilir...
Veya patlama sonrası ortamın rengi mi değişecek? Alıyorsun renkli jelatini, koyuyorsun kameranın önüne...
Bir süre sonra o “renkli patlama ortamı” solar, rengi gider, tuhaflaşır. Spot ışıklarından eriyen jelatin işte o. Ham film sıkıntısı da olunca, o sahne “eriyen jelatin efekti” ile kalıyor.

Haberin Devamı

Neden hep aşk filmi?

Haberin Devamı

Devleti yönetenler değişiyor ancak sansür işleri değişmiyor...
En adi erotik filme sansür yok ama konu siyaset, memleket meselesi olduğunda en akıl dışı yerlerden vuruyor: “Buğdayların sapını kısa gösterdin, Türkiye’yi aşağıladın” diye sansür yiyebiliyor film.
Veya banka soygununu konu ettin mesela, “Ülkemizde banka mı soyuluyor da konu ediyorsunuz, ülkemizi kötü gösterdiniz” diyor sansür kurulu.
En uç, en hayal edilemeyecek noktalardan geliyor sansür.
“Polis böyle konuşmaz”, “Doktor böyle konuşmaz”, “Memur böyle konuşmaz” diyor kurul, iniyor sansür yönetmenin tepesine. Zorlukla çekilen filmler, bir de kuruldan yiyor darbe...
Durmaksızın sansür yiyen yönetmenler, çareyi etliye sütlüye dokunmayan aşk ve dram filmleri çekmekte buluyor.
Çok seviliyor bu filmler. Yaz gelince üzeri açık bahçe sinemalarını, kışın ise sinema salonlarını hınca hınç dolduruyor halk.
Aynı bugün gibi, dizilerin yarattığı müsekkin etkisini, aşk filmleriyle, dramlarla yaratıyorlar.
Yönetmenler sürekli aşk, dram ve macera filmi çekerek “Anadolu’yu uyutma” peşinde değil elbet, sansür kurulu adeta “Sadece bu tür filmler çekerseniz biraz para kazanırsınız” diyor.
Onlar ekmek parası için bu filmleri çekerken, devlet ise halk aşk filmlerine ağlayarak, kendi ülkesinin gidişatından habersiz ve ilgisiz; güzelce uyuduğu için vaziyetten memnun.
70’lerin sonunda vaziyet fena. Sektörde ekonomik koşullar iyice zayıflamış. Açgözlü yapımcıların çektiği erotik filmler, ve aynı anda süren politik kargaşa sayesinde sokağa çıkmaktan kaçınan halk, çareyi televizyonda buluyor.
Ve Yeşilçam ölüyor...
Cem Kaya’nın “Motör: Kopya Kültürü ve Popüler Türk Sineması” belgesel filmi bir yazıda özetlenecek bir film değil.
Kaya, bu filmin İşçi Filmleri festivalinde gösterileceğini söyledi.
Bu filmi hepimizin bir biçimde izlemesi lazım. Gösterime girmesini, belgesel kanallarında gösterilmesini çok isterdim, zira en yalın halimizle bizi, bugünlere gelişimizin öyküsünü, anılarımızı deşerek; dolayısıyla (klişe ama, gerçek) bazen ağlatarak, bazen güldürerek tokat gibi suratımıza çarpıyor.

Yazarın Tüm Yazıları