İyilik yap, borçlu çık

Duydunuz mu, Antalya’da yaşayan ve geçimini ikinci el eşyalar satarak karşılayan bir adamcağız, parkta içinde 70 bin Euro, ziynet eşyaları ve çek koçanları olan bir çanta buluyor.

Haberin Devamı

İçinden çıkan defterdeki telefonlar teker teker aranıyor ve günler sonra çanta sahibine ulaştırılıyor.
Çantayı parkta bırakan, bir işadamı imiş.
Çanta işadamına teslim ediliyor fakat ne olsa beğenirsiniz?
Bu sorumlu davranışından dolayı bir kuru teşekkür bekleyen esnaf, teşekkür bir yana “Paramı çalmışsın” suçlamasıyla karşılaşıyor!
İşadamının iddiasına göre çantada 2 bin lira eksikmiş efendim.
“İyilik yapmak isterken saçma sapan bir pozisyona düşen insan” meselesine örnek ver desen, daha iyisi bulunmaz herhalde. İşe bakar mısınız, adam işi gücü bırakıyor, günlerce arıyor, tarıyor, sahibini buluyor, çantayı teslim ediyor ama dürüst insan değil, “hırsız” oluyor.
Diyor ki “Ben orada trilyon bulsam tenezzül etmem” ama işadamımız parasının eksik olduğu iddiasında.
Adam tenezzül etmemiş içinden para-eşya almaya ama hadi etti diyelim, normal koşullarda bulmanın çok düşük bir ihtimal olduğu çantandan 2 bin lira eksik olsa ne olacak?
İnsan söylemez bile!
Bu çantayı bulup kayıplara karışabilecek o kadar insan yaşarken, esnaf kardeşim sorumlu, vicdanlı davranıyor fakat fırça yiyor.
Şu noktada Antalyalı işadamına “insaf” demek istiyorum.
Ama o da haklı tabii, “yüzde yüz dürüstlük” kavramına olan inanç pek yok artık.
Karşılık beklenmeden yapılan bir iyilikle karşılaşınca “Bu işin içinde bir enayilik var ama hadi bakalım” diyecek durumdayız.
İlla bir “karşılıklı alış-veriş” olacak ki yapılan iyilikte her iki taraf da iyi hissetsin.
Tabii o zaman bu alışverişin adı “iyilik” olur mu, ben bilmem.

Haberin Devamı

Daha da yol vermem!

Aslına bakarsanız işin “İyilik yapmak isteyen insanın saçma sapan duruma düşmesi” tarafı beni daha çok hasta ediyor.
Bir de bazen iyilik yapmaya kalkar, karşındakini kötü pozisyona, hayati tehlike yaratabilecek bir duruma düşürürsün ya, işte onun altından nasıl kalkılır bilmem.
Bakın, evvelki gün şöyle bir iş geldi başıma: Koşuyolu’nda bir hastanenin önünde genç bir kardeşim, yaşlı amcayı karşıdan karşıya geçirmek üzere yolun kenarında duruyor.
Hah, dedim, yavaşlayayım da yol vereyim.
Bana teşekkür ederek caddeye adım atıyorlar, fakat ne olsun beklersiniz?
Arkamdaki araçlar beni hızla sollayıp geçiyorlar!
Yani genç adam ve yaşlı amca dikkat edip geri adım atmasalar beni geçen sürücüler tarafından ezilecekler.
İşin enteresan tarafı beni geçtikten 20 metre sonra kırmızı ışık yanıyor, zaten durmak mecburiyetindeler.
Duracaklarını bildikleri halde frene basamıyor, beni geçiyorlar.
Adamı ezip kırmızı ışıkta duracaklar yani, acele ettiklerine değmeyecek, bu arada birilerine zarar verecekler.
Kısaca, kimse kârda değil.
Ama yoook, yurdum sürücüsü durmaz, sabretmez. Ezeceğini ezer, yoluna devam eder.
Bir de geçerken bana el kol yapıyor, ben kadın sürücü olduğum için çok acemi ve yavaşım ya.
Yani bu özelliklerim kadın olmamdan geliyor, yaşlı amcaya yol vermek için yavaşlamış olamam.
Şimdi karşıdan karşıya geçenlerin başına bir hâl gelse benim halim nice olacak?
O vicdan sızlamasıyla nasıl yaşarım ben?
Düşünsenize amcaya yardımcı olmaya çalışırken ölümünün sorumlusu olacağım neredeyse.
İşte bu yüzden bir daha da kimseye yol vermem.
Varsın bana “düşüncesiz” desinler. Hatta “Yayaların üstüne sürüyor” bile diyebilirler, önemli değil. Birinin ölümüne sebebiyet vermekten iyidir.

Yazarın Tüm Yazıları