Paylaş
“Hayata ara vermek” iyi, “bir süre durmak” büyük ihtiyaç fakat bir de şu meşhur “dönüş çilesi” olmasa, herhalde daha verimli insanlar haline gelebilirdik.
Zira havaalanında yaşadığımız arbede (bkz. alttaki kutu), alandan çıktığımız anda yüzüme vuran sıcak hava dalgası, gecenin 1’inde İstanbul’un tüm caddelerini vuran trafik, klima açmayan ve sürüş becerileri ile kendimizi Afrika çöllerinde rallide hissetmemizi sağlayan taksi maceramız ile topladığım tüm enerjinin yarısını hava-alanı ve ev arasında bırakmış bulunuyorum.
İnsan güzel duygularını korumak, “tüm aksiliklere, kafa yapısına, insan hayatının değersizliğine rağmen, burası yaşanabilir, harika bir yer” hissiyatını elden bırakmak istemiyor ama ne mümkün...
Uçaktan iniyoruz. Valizlerimizi alıyoruz, çıkışa yöneliyoruz. Ünlü futbolcu Amrabat, İstanbul’a ayak basmış. Büyük olay var, tezahüratlar, bağırmalar... Ne olduğunu ilk bakışta anlamayan, biz de dahil birçok yolcu “Ne oluyor, saldırı mı var?” paniği yaşıyor.
Bir tehlike olmadığını anladıktan sonra arbede olmayan tarafa yöneliyoruz.
Bir görevli elinin tersiyle “kış kış” yaparak “kapalı bura, öbür kapıya, öbür kapıyaaaah” diyor. (Koyuna benzer bir halimiz de yok hani. “Bu kapıyı kapatıyoruz, öteki kapıdan geçmelisiniz” cümlesinden de anlardık.)
Kalabalıktan kaçmayı başarıyor, beş dakika oturup soluklanıyor, ardından kendimizi dışarı atıyoruz. Buradaki manzara, bilindik pazar gecesi: Tüm araçlar korna çalıyor, herkes ellerinde valizler, zigzaglar çizerek taksi kapma yarışına girmiş, yaya görünce araçların durmasına alışmış turistler şimdiden ölüm tehlikesi içinde, ortama kaos hakim.
Kim der ki “Burası modern, uluslararası bir havaalanının çıkışıdır?”
Şans eseri bir taksi kapmayı başarıyoruz. Klima yerine tüm camlar sonuna kadar açılmış.
“Havaalanı taksi”, güven verecek sözde fakat anti-klimacı, rallici taksicimiz trafik kuralları dinlemiyor. Slalom yapa yapa, trafik olan bölgeleri dar sokaklara, girilmez yollara sapa sapa aşıyor. Trafiksiz caddelerde 120 km/s’ten aşağı inmiyor. Gazetelere “tatil dönüşü can pazarı” haberlerine konu olmak üzereyiz.
Nihayet bir saatlik işkence bitiyor. Tokatlayan rüzgardan çarpılmış ağzım burnum ve şanzımanlı çamaşır makinesi teknesi haline gelmiş midem ile kendimi kaybetmek üzereyken eve varıyorum...
Atatürk Havalimanı’na ve taksicimize, bu güzel “hoş geldin” için teşekkür ediyorum...
“Uluslararası” havaalanında olmayacak işler
Amrabat, pazar gece yarısı İstanbul’a giriş yaptı, bir taraftar grubu da tıpkı statta gibi tezahürat yaparak (buna küfür de dahil) futbolcuyu karşıladı.
Türkiye’ye ilk defa giriş yapan turistlerin, yurtdışından evlerine dönenlerin, kısaca olaydan haberi olmayan herkesin yaşadığı paniği görmeliydiniz...
Kimisi onları slogan atan bir grup sandı, kimisi bomba paniği yaptı... Bağırış ve arbedenin kaynağının bir grup taraftar olduğu anlaşılınca sakinleşildi...
Bu durum, basın açıklaması yapılacak otel/mekana giriş esnasında söz konusu olsa, bir sorun yaşanmazdı şüphesiz.
Fakat bahsettiğimiz “uluslararası” statüsü taşıyan bir havaalanı. Yani güvenliğin en üst düzeyde tutulduğu, dünyanın dört bir yanında, aynı statüdeki havaalanları ile ortak bazı kurallara sahip bir alan. Söz konusu sevgi gösterisi yapmaya gelen taraftarlar, konu futbol olunca müdahale edilmedi.
Yüreği ağzında gezen, terör sorunu olan ülkelerin “uluslararası” sıfatı taşıyan hava-alanlarında, sebebi ne olursa olsun, kalabalıkları paniğe sürükleyecek durumlara izin verilmemeli.
Atatürk Havaalanı’n-daki bu rahatlık, anlaşılır gibi değil.
Paylaş