Paylaş
Bir gün daha sabredin, yarın vizyona girecek olan “Deli Deli Olma”nın başrolünde çıkacak karşınıza.
Ayrıca, senaristi Sevim Hazel Ünsal’ı da yazdığı senaryodan ve bana anlattığı hikayelerden ötürü son zamanlarda tanıdığım en ilginç insan ilan ediyorum.
Kendisine geçen hafta Tarık Akan sayesinde “taktım”. Akan, “Haydi Gel Bizimle Ol” programında, Hazel için “27 yaşında genç bir senarist, Kars’ın küçük bir köyünde geçen, orada uzun vakit geçirmemişseniz veya insanları yıllarca gözlememişseniz bilemeyeceğiniz detaylara sahip bir senaryoyu nasıl yazabilir, şaşırdım” demişti.
Böyle diyerek beni de kaşımış bulundu, genç yazarla bir tanışayım, nasıl bir yetenekmiş bu konuşayım dedim. Buluştuğumuzda hemen “Nasıl oldu da bu genç yaşta böyle bir senaryo çıkardın içinden?” diye soruverdim. “Ya, Melike ben 27 değil, 41 yaşındayım! Tarık Abi neden öyle söyledi bilmiyorum! ıçim büyümedi, belki ondandır!” demesin mi? Başladı anlatmaya.
Kendisini değil ama işlerini pek iyi tanıyormuşuz aslında. Ferhunde Hanımlar’ın yazar ekibinde bulunmuş, Çiçek Taksi’yi, Hırçın Menekşe’yi, Sensiz Olmuyor’u yazmış... Halen Unutma Beni’de senarist olarak çalışıyormuş. Bir yandan da cebinde “Deli Deli Olma”nın karakterlerini, sahnelerini biriktiriyormuş.
4 yaşına kadar Kars’ta yaşamış Hazel. Kalabalık, ıtalyan aileleri gibi curcunalı, Kars şivesiyle bağıra bağıra konuşan bir ailenin içinde büyümüş. Sonra Ankara’ya taşınmışlar. Filmdeki tüm karakterler tanıdığı insanların filmdeki hikayeye uydurulmuş halleri.
Mesela yengesinin altı ay önce vefat eden ve aslında Avcılar/ıstanbul’da yaşamış aksi annesi, Papuç Nine’ye (şerif Sezer); güzel şiir yazan ama bir türlü saz çalamayan babası, şemistan’a (Levent Tülek) ilham vermiş. Küçük Alma’yı ise az-çok kendi çocukluğunu düşünerek yaratmış. Bu arada, filmde Mişka ve Popuç’un gençlik hallerini, Tarık Akan ve şerif Sezer’in gerçek yaşamdaki çocukları Barış Üregül ve Deniz Arna canlandırmış. Filmin yönetmeninin de Murat Saraçoğlu olduğunu ekleyeyim.
Çok güzel bir film Deli Deli Olma. Muhakkak izleyin.
Ahır, inek, bebek...
Hazel, bebekliğine dair bir hikaye anlattı ki sormayın. Yıl 1968. Kars pek soğuk malumunuz, evler bir türlü ısınamıyor o zamanlar.
Bebeklerin ahırda uyutulması hiç garip bir hadise değil... Neden biliyor musunuz? Çünkü hayvanlar nefes alıp verdikçe sıcacık oluyormuş ahırların içleri...
Bir gün Hazel’in annesi, (o da şemistan’ın eşi, Alma’nın annesi Figan karakterine ilham olmuş) samandan ördüğü yastık kılıfının üzerine bırakmış bebeğini, çıkmış kar küremeye. Yastık samandan örüldüğü için inek yastığı yemeye kalkmış! Bebek yere yuvarlanmış tabii.
Bir süre sonra içeri giren ve uzun süre kara baktığı için ahırın karanlığına gözleri alışamayan annesi, bebeği görememiş, el yordamıyla yerleri yoklamış ve Hazel’i ineğin iki ayağı arasında bulmuş!
Artık altında yattığı için kendi yavrusu mu sandı, yoksa tesadüf müydü bilinmez, o kadar zaman bebeğe hiç bir şey olmamış...
Karslı Heidi ve dedesi!
Film, 93 Harbi’nden sonra Kars’a sürülen Rus Malakan Kavmi’ne mensup bir ailenin hayatta kalan son ferdi Mişka’nın (Tarık Akan) etrafında örülmüş. Çocukluğunda ailesiyle Kars’ın bir köyüne yerleşen Mişka’nın yaşlılık dönemini izliyoruz. Gençken işlettiği değirmeninin pabucu modern makinelerin çıkışıyla dama atılmış, para sıkıntısı çekiyor. Bir yandan oğlu, gelini, iki torunu ile birlikte yaşayan köyün huysuz ihtiyarı Popuç, Mişka’ya büyük kin besliyor...
Televizyonda gördüğü piyano için ölüp biten küçük torun Alma, Mişka’nın derme çatma evindeki piyanosunu görüyor. Bu vesileyle sıcacık bir dede-torun yakınlığı kuruyorlar. Köyün geri kalan ahalisini, Popuç-Mişka nefretinin nedenini, piyanonun serüvenini de anlatmayayım... Fakat şunu söyleyeyim, Tarık Akan ile Alma’yı bir arada gördüğünüzde “Bunlar da herhalde Karslı Heidi ve dedesi” diyeceksiniz!
Paylaş