Paylaş
“Hatalardan ders çıkarmak, bilgeliğin ilk adımıdır” demişler.
Bunların hepsini bizim için söylemişler.
Her “yanlış yaptık”ı kabul edişten sonra “ama”lı cümle kuran siyasetçilere bir bakın...
Hata yaptığımızda önce bunu savunmaya, “esasında mağdur olan benim” cümlesini karşımızdakine kabul ettirmeye çalışan bizlerden esasında pek de farklı değiller.
Kritik olan konu ise şu: Eğer yanlış yaptığını biliyorsan, eninde sonunda bunu kabul edersin.
Çünkü yanlış yapmanın insana mahsus olduğunun bilincindesindir. En büyük derslerin yanlışlardan sonra geldiğini, bunun değerli bir deneyim olduğunu bilirsin.
Nasıl işliyor bu “önce hatayı reddetme-sonra idrak etme-ders alma” (veya alamama) süreci?
Önce hatayı reddederiz, çünkü hatanın bir bedeli vardır: Acı çekmek. İnsan beyni, önce acı çekmeyi reddeder. Büyük bir yara aldığında önce bunu hissetmemek gibi...
Önce hissetmezsin. Bir sıcaklık vardır yaranın üzerinde sadece, tatlı tatlı. Kan akmaktadır, bunu fark etmen ise biraz zaman alacaktır.
Kanı fark ettiğinde yaralandığını da anlarsın. İdrak süreci başlar beyninde. Canın acımaya başlar.
Acı süreci de öyle kısa değildir ha. Birileri gelip seni uyuşturmadı mı, kıvranır kıvranır, durursun.
Ardından iyileşme süreci gelir. Yaran biraz pıhtılaşmıştır, biraz kapanmıştır sanki.
Fakat ilk hamlede açılacaktır, ona iyi davranman, hassas yaklaşman lazımdır.
İşte o yara sızlarken ne yaptığın, geleceğini belirler. Ders alma süreci başlamıştır.
Yaşadıklarını düşünüp hayatın daha önce süt liman ilerlerken ne kadar sıkıldığını hatırlarsın.
Gözünün önünde duranları görmediğini, tali konularla oyalanırken hayatının değiştiğini fark etmediğini anlarsın.
Daha az tali konulara takılanlar değişmiştir, gelişmiştir... Hayatın iplerine ellerine almayı becermişlerdir...
Hatta atı alan Üsküdar’ı geçmiştir ama sen bunu fark bile etmemişsindir... Ta ki konu “sana” gelene, değene kadar. Bir gün birileri sana göstere göstere zarar vermeye çalıştığında...
Veya az düşünmeye alışmışlıktan bu zararı esasında kendi kendine verdiğini anladığında... İşte o zaman ayağa kalkarsın. Kadın erkek ilişkileri çıkmaza girdiğinde uzmanlar “Aslında ne olduğu değil, yoğun kalp kırıklıkları karşısında verilen tepkiler geleceğinizi belirler” der.
Ağzınızdan çıkanlar... Verdiğiniz tüm tepkiler...
Delirmek en kolayı. Oturup düşüneceksiniz. Başınıza geleni eğrisiyle doğrusuyla tartacaksınız. Haklıya haklı, haksıza haksız, armuda armut, elmaya elma diyeceksiniz. Armuda elma demeyeceksiniz.
Devletle insanın ilişkisini baba-oğul ilişkisine benzetirler ama...
Daha çok kadın-erkek ilişkisine benziyor. Hatayı kabul etme ve ders alma süreci de, aynen kişisel ilişkilerde olduğu gibi... Ama bu defa süreç, ilişkinin değil, bir ülkenin geleceğini belirliyor.
Bu akşam (ve yarın) Diane Kruger ile randevu
“Nordic Noir” olarak adlandırılan janra ait televizyon dizileri “The Killing” ve “Borgen”e uyarlama bir kardeş geliyor:
Diane Kruger’ın ilk televizyon dizisi “The Bridge” bu akşam FoxCrime’da başlıyor.
İskandinav ülkelerinde çok ses getiren Danimarka-İsveç ortak yapımı dizi “Broen”in uyarlaması olan The Bridge’in, Amerika-Meksika sınırında bulunan köprüde, alt kısmı ve üst kısmı farklı bedenlere ait bir cesedin bulunmasıyla başlayan bir öyküsü var.
Başrollerde Diane Kruger ve Demian Bichir yer alıyor.
Asperger sendromlu bir dedektif olan “Sonya Cross”u canlandıran Diane Kruger ile haziran başında Los Angeles’ta buluşmuştuk.
İlk defa bir televizyon yapımında yer almayı kabul eden Kruger, hem diziyi, hem de Amerika ile Fransa arasında geçen hayatını anlattı...
Dizi bu akşam 23.03’te, röportajımız ise yarın Kelebek’te...
Kaçırmayın derim.
Paylaş