Paylaş
Her gün en az üç defa “eleştiriye katlanamayan” politikacılardan, şarkıcılardan, oyunculardan, yönetmenlerden, yazarlardan, şirketlerden bahsediyoruz.
Daha doğrusu kendilerine yöneltilen eleştirilere verdikleri cevaplardan, kendilerini savunmalarından...
O kadar çok “eleştiriye katlanamamak” ifadesini kullanıyoruz ki, artık bu iki kelimenin anlamını kaybettiğini hissediyorum.
Bir defa yanlış anladığımız bir konu var. Eleştiri ile ayarsızlık ve hakaret arasında hayli kalın bir çizgi olmasına rağmen kendi beğenimize hitap etmeyen insanlara yaklaşımımız, eleştiriden ziyade ölmesini isteme arzusuna daha çok benziyor.
Dünyadaki insan sayısı kadar farklı fikir, beğeni ve bakış açısı varken, toplum önünde iş yapan bir insanın herkes tarafından sevilmesini, beğenilmesini beklemek olanaksız.
Toplum önünde iş yapan insanların çoğu “hakaret eden, kötü söz söyleyenler umurumda değil” derler, bilirsiniz. Çoğu bunu “takmıyorum” kılıfına sokarak söylese de, esasında duydukları her söz akıllarının bir köşesine yazılır. Kendilerini korumak için kuşandıkları zırhlarını, akıllarında kalan hakaretlerin bir kısmıyla oluştururlar. Öte yandan zamanla, hakaret ve kötü sözü kulak arkası etmeyi öğrenirler, çünkü sevenleri kadar sevmeyenleri olacağının, bunun doğanın kuralı olduğunun farkına varırlar.
O “uyanış”tan sonra, eleştiri kılıfı altında nefret püskürtenlerin, klavye kabadayılarının sözlerini daha az duyarlar, çünkü kendilerini sevmeyen insanların arzularının gerçek dışı taraflarını görmeye başlarlar.
Eleştirileri, daha doğrusu eleştiri kılıfına sokulmuş nefret söylemlerini dinlemenin zaman kaybı olacağını düşünürler...
“Nefret enerjisi” ile çalışmak...
Öyledir de sahi. Mesela sevmediği bir şarkıcının mesleği bırakması gerektiğini söyleyen bir vatandaş düşünelim. Müzisyenin senelerdir bir yola baş koyması, işini sevmesi ve milyonlarca hayranı olması gibi konuları bir yana bırakalım, herhangi bir insan, ekmeğini kazandığı bir işi, sırf rastgele bir adam “ay o bıraksın o işi” dediği için bırakır mı? Elbette bırakmaz.
Onun yerine, bünyesine nefret söylemlerini doldurmamak için, “ay bıraksın o işi, zaten iğrenç” gibi cümlelerle eleştiri kılıfı içine sokulmuş hakaretleri duymamayı tercih eder.
Bunları takmamayı becerebilenler, yaptıkları işlere inandıkları için huzurlarını kaybetmeden yollarına devam ederler.
Kimisi da hakaretlere cevap verir, bunu dert edinir. Eh, hakaretleri kulak arkası edememek de son derece insani bir durum.
İşte, “eleştiriye tahammülü yok” meselesi de burada başlıyor. Memlekette eleştiri ile hakaret birbirine girdiği için hakarete karşılık veren insanlar, “eleştiriye tahammülü yok” olarak tanımlanıyor. Halbuki eleştiriye değil, hakarete tahammülü yok!
Hakaret ederek coşan adamlar ise klavyelerinin başında kendi karanlıklarında boğuluyorlar...
Eh, ne yapalım, bırakalım boğulsunlar... Çeşit çeşit insan var dedik ya, onlar da öyle yaşıyor, “nefret enerjisi” ile çalışıyorlar...
Paylaş