Görüntüye yenilmek

Dün geçmişe özlem duymanın, umutsuzluktan kaynaklandığını konuşmuştuk. Henüz ölmediğimize göre, bir kere geldiğimiz şu hayata biraz karamsar mı yaklaşıyoruz, ne dersiniz?

Haberin Devamı

Zamanın ruhuyla inatlaşmayı becersek, devre adapte olmayı “yenilmek” olarak görmesek...
Kendi yöntemlerimizi hayata geçirebilsek, o derin karamsarlık halinden kurtulur muyuz dersiniz?
Hiç şüphesiz mümkün ama zor.
Hayatımızı “Üstten, şöyle bir bakarak” yaşarken bırakın zamanın ruhuyla inatlaşmayı, hayatın kendisini bile doğru düzgün yaşayamıyoruz.
Gerçek şu ki, “deneyimlemeyi” özlüyoruz.
Düşünecek, elimizdeki işe veya düşünceye ayıracak yeterince zamanımız olmasını...
Bir konuyu, karşındaki bir insanı dinlemek, deneyimlemek, sindirmek, üzerine düşünme vaktinin bulunmasını...
Niteliğin görüntüye yenilmediğini düşünecek gücümüzün olmasını...
Elimizdeki seçenek azlığının yarattığı yüksek tatmin duygusunu yeniden yaşamayı...
Kolayca istediğinize ulaşmak ve seçenek denizinde yüzmekle tatmin duygusunun artacağını sandık değil mi?
Ne kadar da yanılmışız. Hep daha iyisinin olabileceğini düşünmek ve elindekini bırakıp başka bir seçeneği değerlendirme imkanının olduğunu bilmek, tatminsizlik yarattı. Seçenek arttıkça tatmin duygusu zayıfladı.
Lafla peynir gemilerinin yürüdüğü; görüntüye içerikten daha çok paye verildiği bir dönemde seçenek bolluğu ve vakit darlığı, imajın zafer kazanmasına yaradı. Düşünmeye vakit yok artık. Bir konuyla ilgili karar vermek, fikir edinmek için dışarıdan göründüğü kadarına şöyle bir bakmak yeterli.
Üstelik durum, göründüğünden de vahim. Görüntünün çoktan içeriği yendiği bir dönemde boş laflar dahi “Herkesin doğrusu, fikri kendine göre en doğru”, “Ama o onun düşüncesi” mazeretleriyle mazur gösterilebiliyor. Hâl böyle olunca, gerçek bilgi ile görüntü kaynaklı/taraflı/eksik/yanlış yorum birbirine karışıyor. İşte “bilgi kirliliği” de biraz buna deniyor...
İmaj çağında, “o onun düşüncesi”nin geçerliliğini kabul ediyorsak eğer, bilgi ve içeriğin de imaja yenildiğini kabul etmemiz gerekiyor...
Artık kişinin önem seviyesi yaptıkları ve kim olduğuyla değil, dışarıdan görünen vaziyeti, şöhretinin seviyesiyle ölçülüyor.
Uzağa bakmaya gerek yok, kendi hayatımızda bile yeniliyoruz “görüntüye”. Hakkında fazla bilgiye sahip olmadığımız kişilerle ilgili bol keseden yorum yapıyor, seviyor ya da nefret ediyor, büyük kararlar veriyoruz.
Araştırmaya, sormaya, öğrenmeye değer bulmuyoruz. Vakit yok ya hani... Karşımızdakinin nasıl göründüğü, aklımızda nasıl kaldığı bizim için yeterli bir bilgi sayılıyor.
Gerçek deneyimin bittiği, imajın gerçek bilgiyi ezdiği bir dönemde, niteliğin üstün olduğu zamanlara özlem duymak, çok da yadırganacak bir durum olmasa gerek.

Haberin Devamı

Son bulmasını çok ama çok istediklerimiz

Haberin Devamı

* Suyumuzu içeceğimiz bardağımızın içine üzüm, limon ve türlü nebatat atan restoranlar.
* Toptan aldıkları ucuz peynir ve şarküteri ürünlerini, balı, zeytini, çocuğu bile doyurmayacak porsiyonlara ayırıp, “Van kahvaltısı” konsepti çerçevesinde abartılı fiyatlarla müşterilerine kakalayanlar.
* Kafalarına geçirmeden tepelerine şapka gibi kondurdukları kasklarıyla tek yön yollara tersten giren, yayalara ait kaldırımlarda son hız giden, trafik kurallarından her nasılsa muaf olduklarını düşünen motosikletli kurye ve eve sipariş getiren restoran çalışanları.
* Twitter’ın MIRC’ın mirasını devraldığını düşünerek tanımadığı insanların tweet’lerine, ortada bir soru olmadığı halde üsluptan yoksun cevaplar verenler.
* Facebook’ta “dürtenler”.

Yazarın Tüm Yazıları