Paylaş
Görmezden gelmek. Yokmuş gibi davranmak. Söylediklerini dikkate almamak. “Sen o kadar değersizsin ki, varlığını hissetmiyorum, sesini duymuyorum” demek...
“Strateji savaşları”nın en büyük silahıdır görmezden geldiğini hissetttirmek: “Seni dinlediğimi sanıyorsun ama az sonra seni kaale almadığımı, cümlenin ortasında kafamı çevirip başkasıyla konuşmaya başladığımda anlayacaksın...”
Görmezden gelmenin, ikili ve çoklu iletişimde böyle bir ödevi olmakla beraber, günlük hayatta bir “hayatta kalma yöntemi” olarak da karşımıza çıkar.
Hayat koşullarına tahammül edebilmek için ihtiyaç duyduğumuz en kuvvetli duygu da görmezden gelmek olur çoğu zaman... Bir düşünün: Adaletsizlikle karşı karşıya geldiğinizde, elinizdekini kaybetmemek, halihazırdaki yaşam koşullarınızı bozmamak adına, ne yapıyorsunuz? Başınıza geleni görmezden geliyorsunuz. Mesela iki çocuğunuz var, onların eğitimi tam olsun diye çalışıyor, neredeyse tüm gelirinizi onlar için kullanıyorsunuz diyelim.
Bir yandan üç kuruş birikim yapmaya çalışıyorsunuz, öte yandan ödemeniz gereken kiranız, faturalarınız bulunmakta. “Yarını düşünmeme” lüksünüz yok.
İşyerinde göz göre göre bir haksızlıkla, farklı bir muameleyle karşılaştığınızda, derhal istifanızı verip çıkıp gidiyor musunuz? Gidemiyorsunuz. Olanları sineye çekiyor, görmezden geliyorsunuz.
Çünkü maaşınız, sizin yaşam kaynağınız. Görmezden gelmek ise, hayata devam edebilmek için sarıldığınız en büyük yardımcınız. Omuzlarınızın daha da çökmemesi için, geleceğinizin birilerinin iki dudağının arasında olduğunu düşünmemeye çalışırsınız. Eski dost “görmezden gelme”ye sarılırsınız.
Kocaman bir şehirde yaşıyorsunuz. Bu öyle bir şehir ki, yollarında direksiyon başına geçti mi canavara dönüşen sürücüleri var. Karda, yağmurda kilitlenen, insanda çaresizlikten tepinerek ağlama hisleri yaratan bir trafiği var.
Deprem bölgesinde olduğu, büyük bir deprem beklendiği bilinmesine rağmen usulsüz inşaata göz yuman yöneticileri var. Felaket söz konusu olduğunda çok ama çok çaresiz kalacağından hemen hemen emin olan vatandaşları var.
Peki bu kocaman şehirde yaşamaya, düzenini devam ettirmeye mecbur olan insanlar, ne yapıyorlar? Bu koşulları görmezden geliyorlar. Tamamen görmezden gelemediklerinde, çıldırmamak için bu koşulları tüm güçleriyle kanıksamaya çalışıyorlar.
İşte bu yüzden, artık olan hiçbir şeye şaşırmıyorlar. Kahredici olaylara bir gün üzülüyor, ertesi gün “geyiğe” geri dönüyorlar.
İttirerek, kaktırarak, sınırlarını zorlayarak olsa da, hayatlarını sürdürmeleri şart çünkü. “Normal” hissetmeleri şart çünkü...
İmkan olsa adalet duygumu aldırırdım!
Her gün sabah açıp gazete okuyorsunuz. Akşamları eve gidince haberleri izliyorsunuz. Beş yaşındaki çocuğun bile gördüğü adaletsizliklere yutkunmak zorunda bırakıldığı bir memleketi seyre dalıyorsunuz.
Ertesi gün uyandığınızda boğazınızda koca bir düğümle hayatınıza devam etmek mecburiyetinde olduğunuzu biliyorsunuz. Bir lokma “normallik” arıyorsunuz.
İnsanın bedeninde yer alan sinirleri baştan aşağı sarsmayan, avaz avaz bağıramasanız bile “Yeter! Yeter!” çığlıkları atmak arzusuyla yanıp tutuşmayacağınız bir gün yaşamak istiyorsunuz...
Yine eski dost “görmezden gelme” duygusuna sarılıyorsunuz.
Ben de bugün müsaadenizle aklıma mukayyet olmak için bunu yapacağım. Bırakın buna sebep olan davaları; Nuri Bilge Ceylan’ın depresyon hırkasını, Meltem Cumbul’ın Altın Küre konuşmasını, Twitter muhabbetlerini de yazamayacağım.
İmkanım olsa, bugün adalet duygumu ameliyatla aldırırdım. Çünkü memleketimin adalet sistemi, hepimize okkalı bir tokat patlattı.
Omuzlarımızdan tuttu, tuttu salladı. Bugün her şeyi görmezden geliyorum.
Paylaş