Paylaş
Başkalarının hayatımızdaki yerini tayin ederken de ince bir çizgi üzerinde yürüyoruz. Kimseye hayatımızdan, zamanımızdan hak ettiğini düşündüğümüzden fazlasını vermek istemiyoruz. Herkes için ayarladığımız “Ne münasebet!?”, “Orada dur bakalım!” sınırı farklı. Bu sınırı ayarlarken karşımızdakinin, onunla ilgili düşüncelerimizi net olarak anlamasını arzu ediyoruz.
“İlişki matematiği” zor tabii. Üzerinde düşünmeden, iyice hesaplamadan, sonuçlarını öngörmeden, kime ne vereceğin ve ne almak istediğinle ilgili harekete geçmezsin.
Ciddiye almak istemediğin adama yapacağın en büyük delirtme tekniği, onu görmezden gelmektir. Söylediklerinin, yaptıklarının bir değeri yoktur senin için. Eğer hareketlerinin hayatında bir yeri olmadığını göstermek istersen, yokmuş gibi davranırsın.
Karşındaki adam, seni çileden çıkarma eylemlerini, senden cevap almak için yapar. Sinirlen ister, sende bir tepki yaratmak ister, “Ben de buradayım” demek ister.
Sen de onu çileden çıkarmak istersen, cevap vermemen gerektiğini bilirsin. Susarsın. Görmezden gelirsin.
İki kişinin arasında gelişen anlaşmazlıklarda, bir tarafın diğerini görmezden gelmesi, iki kişiyi ilgilendirir.
Hayatlarında çekecekleri acılar, yaşayacakları duygular kendilerine aittir.
Peki ya bu stratejinin bedeli, bu itilafla ilgisi olmayan insanların hayatını kaybetmesiyse?
Koca bir ülkede yaşayan herkesin, her gün sokağa çıkarken, bir toplu taşıma aracına binerken, balkonunda otururken, işine giderken, dostlarıyla sokakta buluşurken ya da öylesine yürüyorken her an ölmeye kendisini hazırlamasıysa...
Bir stratejinin bedeli, bir ülkede yaşayan herkesin, her gün “Bakalım bugün nasıl bir gün yaşayacağız, başımıza ne felaketler gelecek?” sorusuyla uyanmasıysa...
Vurdumduymazlık ile “saldırının amacına ulaşmasını engellemek için konuyu büyütmemek” arasındaki çizgiyi doğru çizebildiğimizi söyleyebilir miyiz?
Mesaj ulaştı ama yanlış yere!
Tüm Türkiye’yi ilgilendiren acı bir olayı canlı vermek yerine maymun belgeseli yayınlayınca, “eylemlerin amacına ulaşmasını engellemiş” oluyor muyuz sahi?
Yoksa insanların haber alma hakkını engellemiş, vurdumduymaz bir davranış sergilemiş mi oluyoruz?
Bu kadar doğrudan saldıranlara, dolaylı yoldan mesaj verince kendimizi anlatabiliyor muyuz? Yoksa çözüm için adım atabilecekken bunu erteliyor, “yok sayma” yöntemiyle birilerini delirterek vahşileştiriyor muyuz?
Bu davranış modelinin verdiği mesajı saldıranlar anlıyor mu bilmem ama ehl-i keyf ahalinin yanlış anladığı, “Olayın haberi fazla verilmedi, demek çok önemli değil” dediği açık.
Mesela, Twitter’da 140 karakterlik acı çekip hayatlara hiçbir şey olmamış gibi devam edildi.
Tatil beldelerinde mesele “Aaa, ne olmuş?”tan öteye gidemedi. Keyifler bozulmadı.
Kendi yaşam alanlarına tecavüz edilmedikçe harekete geçmeyen birçok kişi, rahat koltuklarından kalkmadı.
Başkası sandığı kardeşinin acısına katılmadı, sorunun aslında kendi sorunu olduğunu algılayamadı.
“Haberini yapmayalım da saldırganlar amaçlarına ulaşmasınlar” mesajı gitmesi gereken yere doğru gitti mi bilmem ama “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılara, kendi başına iş gelmeyince rahatını bozmayanlara gayet iyi ulaştı.
Paylaş