Paylaş
“Tatilimsi günlerin nasıl geçti?” diyecek olursan, “İlk günden itibaren geriye saymakla geçti” derim. Sürekli aklımda yazılacak yazılar, konular fır döndü. Dedim ki, Hay Melike, senin alacağın tatil bu muydu. Madem yazı düşünecektin niye tatil aldın.
Özetle, şu üç gün, kah gökyüzüne, kah evdeki duvara boş boş bakarak, bunun dışında da gözlerim kan çanağına dönene kadar kitap okuyarak geçti. Laf olsun diye söylemiyorum, bakınız, insan hayatın koşturmacası içine kitap okuma eylemini dahil etmediği zaman, o dünya ile bağları kolaylıkla incelebiliyormuş, ben bunu gördüm. Adeta okumaya, daha doğrusu aklımda tilkiler dolanmadan, dikkatim dağılmadan okumaya acıkmışım.
O yüzden gözlerim “yeter” deyinceye kadar okudum. Okuduklarımdan da bahsedeceğim elbette; fakat hayata kaldığımız yerden devam etmeden önce son yazımdaki bir hesabı kapatmam lazım.
Şimdi efendim geçen hafta magazinci arkadaşlar Onur Gülmek’e “Nazlı ile evlilik düşünüyor musunuz” diye sordu ve kendisi de “Böyle iyi” cevabını verdi ya...
Hani ben de bunun üzerine kendisine “Pees, pes” dedim ve kınadım ya.
Bir sonraki gün Nazlı ile görüştük ve işte bugün, bu görüşmemizden bahsedeceğim size. Nazlı diyor ki: “Muhabir arkadaşlar böyle bir soru sordu, Onur “Zamanı geldiğinde olacak, böyle bir şey henüz konuşmadık” gibi bir cevap verince ben de işi şakaya vurup “Aaa nasıl yani?” deme gafletinde bulundum. Şöyle söyleyeyim, kameralar önünde şaka yapılmaması gerektiğini ertesi gün gazeteyi açınca anladım.”
İşin özeti Nazlı, henüz kameralar karşısında bir Gülben Ergen profesyonelliğine sahip değil. Şakanın yanlış anlaşılabileceğini hesaba katmamış. “Nee, demek böyle iyi ha” sözü birden kendisine “Sevgilisinin evliliği düşünmediği evlilik meraklısı genç kızın hayal kırıklığı” olarak geri dönmüş.
Şimdi efendim, bunları niçin yazdın, geçmişe mazi derler, olmuş bitmiş diyeceksiniz.
Bilirsiniz, biz yazarlar kimi zaman, konuşulan bir haber üzerine yorum yazıları kaleme alırız. Bu yazılara cevaben ya yazıda bahsedilen kişilerden ya da o “ünlü”nün sevenlerinden gelen akıllara ziyan sözler ve e-postalarla karşılaşırız. İşin mizahi boyutunun ön planda olduğu açık olan yazılar için bile ağır hakaretler içeren e-postalar görmüştür “inbox”larımız.
Düşünün, sakalının rengini eleştirdiğim bir modacının menajeri olduğunu söyleyen bir şahsın bana Twitter üzerinden “pipimi görmek ister misin” demişliği vardır.
Nazlı’nın e-postasınnda, tatlı tatlı “aslında o gece öyle değil, böyle olmuştu” diyen, nezaketi elden bırakmayan bir üslupla karşılaştım. Haliyle, şaşırdım.
Eh, hafif şoka girdim tabii. Bu devirde yol yordam bilen, paçalardan akan sahtelikle değil, içten gelen doğallıkla nazik olabilen, adabıyla cümle kurabilen çok insan yok. İşte bu yüzden, bu samimi insanın ne yaptığını bilin istedim.
PTT’nin rekoru
Ağustos ayının ilk günlerinden birinde, İclal Aydın’dan şöyle bir mesaj geldi: “Melike, inanmayacaksın ama düğün davetiyen elime bugün geçti.”
Yani, 15 Haziran civarı postaladığım ve 3 Temmuz’dan önce eline geçmesini planladığım düğün davetiyem, kendisine ağustos ayında ulaşmıştı.
İclal’in dünyayı turladığını tahmin ettiğim davetiyesinden sonra İpek Atcan, Twitter’a “Bak bugün elime ne geçti” cümlesini iliştirdiği bir fotoğraf postaladı.
Bu defa takvim 22 Ağustos’u gösteriyordu. Yani davetiyem, Kadıköy PTT’den Cihangir semalarına tam iki ayda gitmişti.
PTT’ye sormak lazım. Bu nasıl iştir, şehiriçi mektuplar 80 günde devrialem mi yapmaktadır, “Güvercin ayağına bağlamak” gibi “Kaplumbağa sırtına bağlamak” gibi bir yöntem mi vardır...
Bir mektubu iki ayda muhatabına ulaştıran PTT, doğru bir iş mi yapmaktadır?
Paylaş