Paylaş
Son 30 yılda hayatımıza giren ve vücudun tanışık olmadığı kimyasalların tümünden kaçınmak olanaksız.
Soluduğumuz havayı, yaşadığımız ortamı değiştiremeyeceğimize göre, elimizdekilerle ve halihazırda içine bulunduğumuz koşullarla ne yapabiliriz, ona bakmak lazım.
Yediğimiz-içtiğimiz ürünlerin içeriğine, kendimiz ekip biçmedikçe, kendimiz üretmedikçe tam olarak hakim olmamıza imkan yok.
Yani marketten aldığımız sebzenin hangi koşullarla yetiştirildiğini, ambalajlı ürünlerin tam olarak vücudumuzda nasıl kalıntılar bıraktığını bilmemiz mümkün değil.
Geriye, sadece beslenme konusunda mümkün olabildiğince doğal olana yönelmek ve daha da önemlisi hayatı nasıl yaşadığımıza odaklanmak kalıyor...
Stresli, sıkıntılı, bol alkollü ve sigaralı bir hayatın kanserin birçok türüyle olan bağlantısı çoktan kanıtlandı.
Aslına bakarsanız bir başka deyişle “Yerleşeceksin bir güney kasabasına, kendi sebzeni yetiştireceksin” arzusunun, bedenin “Yetti canıma bu stresli, gürültülü, toksik hayat” isyanından ortaya çıktığı ispatlandı.
Siz her ne kadar “seviyorum bu tempolu hayatı” deseniz de vücudunuz “eskiler gibi” yaşamak istiyor.
Basit, doğal, teferruatsız...
Bugünün koşulları içinde stres düzeyini azaltmak, bize bağlı değişkenlerden kaynaklanmadığı için zor.
Ancak izole bir hayat yaşayacak, çevrende olan biteni bilmediğin için de kafayı takmayacaksınız, tek yol bu.
Kendimizi olan bitenden tamamen soyutlayamayacağımıza göre, ancak tercihlerimizi değerlendirecek, bedenimize ne kadar iyi baktığımızı tartacağız.
Toplumun gözü önünde iş yapanlar için hayat “bedenime, kafa sağlığıma iyi bakayım” ekseninde daha zor, zira kendi şahsi dertleri bir yana, nefret kültürüyle de başa çıkmak zorundalar çünkü. Belli kesimler tarafından tepki görmek, hakarete uğramak ya da eleştirilmek için kabahat işlemek gerekmiyor, sadece var olmak dahi birilerine “yıpratma hakkı” veriyor, rahatsızlık sebebi olabiliyor.
Tüm bu konuları göz önüne alacak olursak, yaşadığımız zamanın üzerimize bindirdiği fiziksel ve psikolojik yükten kaçış zor.
Ya tercihlerinizi değiştirip kendinize yeni bir hayat seçeceksiniz ya da imkanlarınız dahilinde vücudunuza iyi bakacak, daha da önemlisi “huzur” arayışı içine gireceksiniz.
Abartmak da bir yere kadar
Son zamanlarda bir konut projesi reklamı dönüyor, mutlaka izlemişsinizdir.
İddiası, 4 gün 3 gece değil, her gün Venedik’i yaşatmak...
Bu reklamı izleyip henüz “Hadi be oradan” demeyene rastlamış değilim.
Belki içinden bu kadar mübalağalı benzetmeleri çıkarsak başka türlü düşüneceğiz, lakin “Dünyanın en çarpıcı şehirlerinden birini İstanbul’a taşıdık, artık 4 gün değil, her gün Venedik’i yaşayacaksınız” diye abartmak ve böyle bir reklamla ürünü satmaya çalışmak, potansiyel alıcıyı biraz aptal yerine koymak oluyor.
Biraz gerçeğe yaklaşmak, “benzetmeye çalıştık” diyebilmek, en önemlisi de “sahici bir his” yaratmak bu kadar zor mu?
Paylaş