Paylaş
Ardından televizyonu açıyoruz, internete sarılıyoruz, telefonu karıştırıyoruz ve o yaşadığımız hayatın esasında bizim kendi kendimize yarattığımız bir hayalden ibaret olduğunu anlıyoruz.
Sonra sokağa çıkıyoruz. Birbirine gram saygısı olmayan insanların kavga dövüş sokakları arşınladığını görüyoruz.
Şehri yukarıdan gören bir tepeye ya da bir binaya çıkıyoruz, etrafımıza bakıyoruz.
İnsanın gözlerini kör edecek kadar çirkin binalara dalıp gidiyor, “Biz bir şehri, bir ülkeyi nasıl bu hale getirdik?
Bunu nasıl önleyemedik?” diyoruz. 50’lerden, 60’lardan öncesini yaşayanların hasretle anlattığı güzel şehirleri, koca bir ülkeyi kendi ellerimizle bir çöp yığını haline getirmişiz, büyük bir ticari hırsla devam ediyoruz.
Her meslekte iyi ve kötüler var değil mi? Daha doğrusu mesleğini iyi/doğru icra edenler ve bunu beceremeyenler. Mesleğini iyi icra etmeyen ve hayatımıza kısa süreli olarak giren kişiler...
Fakat bazı meslekler milyonların hayatını kontrol eder.
Bir mobilyacının yaptığı kötü mobilya onu satın alanı mutsuz ederken, bir siyasetçinin kararı birçok kişinin hayatı üzerinde tesir sahibidir.
Mesela, İstanbul’un tarlaları parsellenip satıldıktan sonra üzerlerine dikilen ve her yer beton tarlasına dönmeden bitmeyecek o “dikey şehirleşme”nin sorumluları olan siyasetçilerin ve müteahhitlerin kararları, birçok kişinin hayatını etkilemiştir ve etkilemeye devam eder.
Kendi düşünce ve inanç kriterlerine uymayan vatandaşını ikinci plana atmış siyasetçilerin de stratejileri, bir ülkede yaşayan herkesin hayatını etkiler.
Eğitimle ilgili kararlar, eğitim için değil, peşinde koşulan gücün destekçisi görüldüğünde, bu, herkesin hayatını etkiler.
Bir tane gerçek var: Onların verdiği kararların bedellerini her zaman vatandaş öder.
Siyaset=Ticaret
Siyaset de ticaret gibi. Öncelikle çok para kazanmak isteyen tüccar, malının kalitesine değil cebini doldurmaya bakar ya, o hesap.
Ticarette para ne ise siyasette de güç o. Onun peşinde koşarken, her sabah yüreğimiz sızlamış, çok da mühim değil.
Peki bu esnada toplumda neler oluyor?
Cehalet kol geziyor, tüm toplumu oya gibi işliyor. Üstelik ne ile işlendiğinden habersizler. O yüzden sanki işler yolunda gibi. Ama hayatın her detayında orman kanunları geçerli.
En iyi şekilde hayatta kalabilenler, gözlerini iyi açan, ilkçağ yeteneklerini, saldırının nereden geleceğini hissedenler arasından çıkıyor.
Sokakta yürürken bile geçerli bu durum.
Sonra, insanların daha iyi yaşaması için yapılmış şehirler hilkat garibesine dönüyor.
Şehirde hayat, çamurda yüzmeye, batakta yürümeye çalışmaya benziyor.
Bilgi ve adaletin olmadığı, cehaletin hüküm sürdüğü yerde her şey kolay.
Uyumak ve uyutulmak da kolay.
Bir bütünün parçası olmak için neyi sevdiğini, neye karşı durduğunu bilmeyen insanlar yaratmak da kolay.
Dünyadan ve tarihinden habersiz nesiller, yollarda birbirinin canına kast eden insanlar, birbirinin kafasına basmadıkça iyi yaşayamayacağını düşünen vatandaşlar yaratmak da kolay.
İzlemeye, üzülmeye devam.
Paranın, gücün yönettiği dünya böyle bir şey.
Paylaş