Paylaş
Şimdi, sanmayınız ki bu yazıda, akşamları dizilere kilitlenen siz sevgili Habitus okurlarına dizilerle ilgili tek tek bilgi verecek, hangisinde ne oluyor, hangi oyuncu hangi rolde, tek tek anlatacağım.
Bu bir “genel adaptasyon yazısıdır” efendim. Bir diziye saracaksanız eğer, söylediklerimi dinlemeden ekran başına oturmamanızı öneririm.
- Farklı bir zaman birimi kullanın: Şimdi bir gün 24 saatten oluşuyor, bir saat ise 60 dakikadan değil mi? Dizi izlerken günlerinizin 72 saatten, bir saatin ise 90 dakikadan oluştuğunu varsayarak hareket edin.
Her şeyi yavaş yavaş, sindire sindire yaşayın.
Bir diyalog esnasında herkesin birbirinin suratına kös kös dakikalarca baktığı, mimiklerle iletişim kurulan bir dünyada yaşadığınız farz edin.
Böylece diziler çok daha gerçekçi gelecektir.
- Referans noktası belirlemeyin: İzlediğiniz dizi, Türk edebiyatından seçme bir hikayeyi anlatıyor ya da bir Amerikan dizisinin Türkiye versiyonu olabilir.
Her iki durumda da, ne orijinal hikayenin olduğu kitabı okuyun ne de orijinal diziyi izleyin.
Böylece size her şey yeni ve hatasız görünecektir. Böylece, “Vay be ne kadar da orijinal, daha önce kimsenin aklına gelmeyen işler yapıyoruz” diye gururlanabilirsiniz.
- Dizi gününe bağlanmayın. Bakınız, bendeniz, bunu 9 yaşında deneyimlemiş ve ağzının payını almış bir insanım. Parantez açarak anlatayım. Efendim, “Aslan adam Vincent”ı hatırlarsınız. Adı “Güzel ve Çirkin” olan bu dizinin büyük delisiydim.
İlkokul çocuğu olduğum için maalesef 12’lerde yatma iznim yok. Sadece bir gün, yani bu dizinin yayınlandığı gün geç yatma hakkım var.
Her hafta heyecanla ekran başında nöbet beklerken bir gün feci bir hüsrana uğradım. Küçük bir araştırma sonunda öğreniyorum ki dizi pazar günü geç saatlere alınmış!
Ya ben size bir şey diyeyim mi? Öyle ağladım, öyle ağladım ki gözlerim önüme aktı yemin ediyorum. Üzüntümden yataklara düştüm desem yeridir. Peki ne yaptım? TRT’ye bir mektup yazdım. Dedim ki, “Çok ayıp ettiniz. Bir ilkokul çocuğunu üzmeye utanmıyor musunuz?”
Cevap gelmedi, bizim dizi de yalan oldu tabii.
Mazi kalbimde bir yaradır sevgili çocukluğunu 80’lerde yaşamış Habitus okuru.
Neyse konuya geleyim, şimdiki durumlar daha fena. Eğer “çarşamba dizim” derseniz mesela bir tanesi için, hop, bir bakmışsınız perşembeye, olmadı pazartesiye, oradan salıya alındığını öğrenir, cinnet sınırına gelebilirsiniz.
Sonra diyorlar, niçin internetten izliyorsunuz dizileri... Eh, ne yapsın seyirci, bu kadar günlük alışkanlıklarıyla oynanınca oturup ağlasın mı benim gibi?
- Mute tuşu en yakın arkadaşınız olsun: Merak ediyorum “yaylı çalgılar” keşfedilmemiş olsaydı eğer, dizilerimizde nasıl müzikler yer alırdı... Bakın söylüyorum, eğer birçok diziyi izleyemiyorsam bugün, müziklerin beni yormasındandır.
Ya bir tane şarkıya takıp her yerde o çalınır ya da sahneye göre (mesela 20 dakikalık bakışma) gıyyy gıy da gıyyy gıyyy sesleri kulakları aşındırır.
Eh, madem hâl böyle, madem herkes birbirinin suratına keman korosu eşliğinde bakıp duruyor, ben de mute tuşuna basar, müziksiz izlerim arkadaş.
Hem dizilerden geri kalmam, hem de kulaklarımı yormam, değil mi ama.
Paylaş