Paylaş
Buna inanmazsak yaşayamayız, değil mi?
Geleceğe olan inancımızı kaybederiz, vicdanımız zedelenir, umudumuzu yitiririz.
İyi insanların ödüllendirildiğine, kötülerin cezalandırıldığına inandığımız zaman, hayatın o kadar da rastlantısal olmadığını düşünebilir; dünyanın adil bir yer olduğunu varsayarak yaşantımızı daha kolaylıkla sürdürebiliriz.
Sosyal psikoloji alanında önemli bilim insanlarından biri olan Melvin Lerner, “Adil Dünya Hipotezi”nde bunu anlatır.
Dünya adil değildir, fakat insanoğlunun “adil dünya” arzusu, yaşama dair psikolojik bir ihtiyaçtır ve kemikleşmiş bir inanca dönüşmüştür.
İyilik yapanların her zaman iyilik bulacağı, kötülerin her zaman cezalandırılacağını düşünür insan, bunu hayatın her alanında kullanır, olmadık sebep-sonuç ilişkileri kurmaya başlar...
“Kötülerin eninde sonunda cezalandırılacağı” elbette insanı rahatlatan bir düşünce, fakat bakın nerelere gidiyor:
* Tecavüze uğrayan bir kadının giyim kuşamından, davranışlarından yola çıkarak bunu hak etmiş olabileceğini ortaya atabiliriz.
* Din sömürüsüyle Adil Dünya Hipotezi’ni bir kapta karıştırabilir, 17 Ağustos Depremi’nin “küfür içinde yaşayanların” başına geldiğini söyleyebiliriz. “7.4 yetmedi mi?” diye pankart açabiliriz.
* Ne-
pal’deki depremin, Nepallilerin Hindu tanrıçası için yüzlerce hayvan katletmesinin bir sonucu, ilahi bir ceza olarak görebiliriz. (Leman Sam’ın tweet’inde okuduğumuz üzere.)
Depremin tam olarak ne ile ilgisi bulunduğunu merak edenler, Google’a “Levha Tektoniği” yazarak, nasıl bir dünyada yaşadığımızı, altımızdaki zeminin nasıl davranışlar sergilediğini, bunun nedenlerini, depremlerin nasıl meydana geldiğini kolaylıkla okuyabilir.
Deprem bölgesinde uyduruk evler yapmak ve içinde yaşamak/yaşamak zorunda bırakılmak ise, doğal felaketi insan eliyle felakete dönüştürür.
İstanbul’u bekleyen deprem gerçekleştiği zaman olacakların da İstanbul’da yaşayanların hayatını kötülük yaparak geçirmeleri ile bir ilgisi olmayacak mesela.
İnsan eliyle gelecek olan bu felaket, önlem alacağımız yerde, milyon dolarları tali işlere akıtmaktan gelecek.
Kentsel dönüşümün rantsal dönüşüm olarak uygulanmasından gelecek.
Müteahhitlere bol para getiren semtlerdeki yeni apartmanlarda oturanlara belki bir şey olmayacak, fakat para getirmeyen veya az para getiren semtlerdeki üflesen yıkılacak apartmanlarda oturanlar, yani çoğunluk, felaketin başrol oyuncuları olarak yer alacak.
Ve bu insanlar “hayatlarında günah içinde yaşadıkları, herkese kötülük yaptıkları” için hayatlarını kaybetmeyecekler.
İyilerin ödüllendirileceği, kötülerin cezalandırılacağı düşüncesiyle yaşamak insanı rahatlatıyor olabilir.
Çok çalıştığınızda, iyilik yaptığınızda, adaletli olduğunuzda çevresel koşullarınızı bu anlayışa göre şekillendiriyorsunuzdur muhakkak.
Başınıza iyi şeylerin gelmesi elbette tesadüf olmayabilir. Buradan bakıldığında “iyilerin başına iyi şeyler geleceği” düşüncesi güzel.
Kötülerin cezasını bulacağını düşünmek de rahatlatıcıdır elbette...
Kötülük yapan, yalan söyleyen elbette bir şeyleri gözden kaçırır, yakalanır, kendi yaptığı kötülüğün içine düşer...
Kötülüğün kötülük bulması da tesadüf olmayabilir.
Fakat “herkes hak ettiğini bulur” rahatlaması, yaygın olarak gerçek mağdurların, gerçek kurbanların, kurulan alakasız bağlar sonucu suçlanmasına sebep oluyor.
Biri çıkıp depremlerin kaynağı olarak “Tanrıçalara hayvan kurban edilirse, elbet cezası olur” diyebiliyor. Bir başkası, tecavüze uğrayan kadında kabahat arıyor.
Hümanist olmanıza gerek yok, realist olun yeter.
Paylaş