Paylaş
Konu trafik ve toplumsal hayat olunca iyi hislerle kalem oynatmak söz konusu değil zira.
Trafik, düzen içinde yaşamak için bir takım kuralların bizi yönetmesi gerektiğini varsaydığımız toplumsal hayatın bir kolu esasında. En azından teoride böyle. Tabii bizde pratiğe geçemediğini söylememe gerek yok herhalde...
Her gün yollarda birbirimizin hakkını (çoğu zaman da yaşama hakkını) çiğnediğimiz, yol kavgasına tutuşan iki adamın birbirini tokatladığı, bıçakladığı bir yerde sosyal yaşama dair kuralları uygulamaktan söz edemeyiz.
Trafik, kendi başına, toplum dinamiklerinden bağımsız bir konu değil. Nasıl toplumsal düzen birlikte yaşama kanunlarına, yazılı olmayan sosyal kurallara uymadığımızda bozuluyorsa, trafikte de
olan bu.
Eğitimli, vicdanlı ve başkalarının yaşam haklarının bilincinde olan insanların yaşadığı kalabalık şehirlerde, trafikle ilgili en büyük sorun, -belki de tek sorun- trafik sıkışıklığı.
Bizde ise, trafikle ilgili yaşadığımız sorunların sadece bir parçası...
Hatırlarsanız bir süre önceki bir trafik yazısında artık aracımı çıkaramayacak noktaya geldiğimi belirtmiştim. Durumun bana göre vahametini anlatmak için yaptığım abartılı bir duygu aktarımı değildi bu. Bugüne kadar elim ayağım olan otomobilim, evin önünde tozlanıyor. Ciddi olarak araç kullanamıyorum.
Neden biliyor musunuz? “Delirme eşiği”ni geçtim, artık bir travma sahibiyim.
Sebepleri belli: Yola çıktığım anda kuralına göre araç kullanmayan şahısların yarattığı terör, mutlaka birkaç defa küçüklü büyüklü kaza pozisyonuna sokuyor. Yapılan saygısızlıklar, yol vermemek için birbirine bir milimetre kalana kadar “burun sokma dalaşı” yapanlar, kırmızı ışığı sallamayanlar, ters yöne girenler... Slalomcu sabırsız taksiciler, minibüsler, otobüsler... Hayatımı riske atacak bir hareket yapmasalar bile “Akıl sahibi bir insan niçin trafikte böyle davranıyor?” dedirtecek, insanı hasta eden durumlar...
Sonuç: Aracıma bindiğim anda kendimi “halsiz” hissediyorum. Yola çıktığım anda ruh halim, bana “bugün trafik deneyimi kaldıracak durumda değilsin, evine dön” diyor. Yola devam ettikçe ve az önce saydıklarımla karşılaşmaya devam ettikçe çıldıracak gibi hissediyorum. Üstelik bunun için sürücü olmak da gerekmiyor...
Psikologlara çağrı
Türkiye gibi toplumsal yaşam açısından az gelişmiş bir ülkede, psikologların vahşi trafik davranışlarını ele alarak çalışma yapması gerektiğini düşünenler az değil.
Konular belli: Her gün 4 saatini yolda geçiren bir adamın psikolojisi neye döner? Yollardaki 3. Dünya “kafa”larına nasıl katlanmalı? Hatalı hareket yapan sürücüye “El kol yaptıktan” sonra, adamın bizi bıçaklamaması için gereken doğru davranış stratejisi nedir? Her gün ölüm tehlikesi yaşayacağını bilerek yola çıkmak nasıl bir psikolojidir?
Hani diyoruz ya, yaşadığımız olumsuzluklara katlanmak için hayata başka bir pencereden bakmak lazım diye. Mesela, çirkin şehirleri baştan yıkıp yapamayacağımıza ve durduk yere yaşadığımız yeri terk etmeyeceğimize göre, onu sevmeyi öğrenmemiz lazım ya hani.
Gerçi bunu ne kadar başarabiliyoruz, o da tartışılır...
Aynısını trafik için de mi yapmak lazım? Benim gibi akıl sağlığını yollarda bırakmak üzere olanlar, “trafiğe” başka türlü mü bakmalı? Yollarda gördüklerimizi umursamamayı öğrenmek mi gerekiyor?
Acaba “umut ışığı”, canavarları eğitmekten değil de (ki eğitemeyeceğiz) kendi psikolojimizi kontrol edince mi yanıyor?
Eğer trafik davranışlarımız üzerine çalışan bir psikolog varsa lütfen bana ulaşsın. Onunla konuşmayı ve çalışmalarını buradan aktarmayı çok isterim!
Paylaş