Çok sıkıldım!

Bu haftaya pek tatsız başladık sevgili karamsar Habitus okuru. Eh, ben de biraz acı biber tadındayım haliyle.

Haberin Devamı

- Acı haberi köpürtenlerden: Japonya’da yüzyılın depremleri arasında yer alan korkunç bir felaket gerçekleşiyor, olayın ilk gününde canlı bağlantılar yapılıyor, dakika dakika gelişmeler büyük merakla izleniyor... “Büyük felaket haberini veren ilk insan” olma yarışındaki kanalların heyecanı büyük. Tabii, sunucuların ve haber aktaran herkesin de öyle.
Mesela birinde, canlı bağlantı yapılmış, son durum aktarılacak, ölü-yaralı sayısı bildirilecek. Sunucu muhabire soruyor: Çok mu ölü var? Çok mu bina yıkıldı? Çaresiz bir atmosfer mi hissediliyor?
Bakın dikkatinizi çekiyorum: Kaç ölü var? Değil “Çok ölü mü var?” diyor sunucu. Çok bina yıkıldı mı diye sormuyor, “Çok mu bina yıkıldı?” diyor. Çok istiyor yani bunu. Çok istiyor ölü sayısı çok olsun, ülke yerle bir olmuş olsun ki büyüüüük haber değeri olsun.
O haberi ilk o versin ve en etkili şekilde versin. Çok dram olmasa da ortalıkta, önce ortalığı velveleye verelim ki dram varsa dört ayak üstüne düşelim, yoksa bile fazla köpüğün kimseye bir zararı dokunmaz, değil mi?
Valla ne diyeyim, ilkeli habercilik önemli iş...
- Kötü kalpli magazinden: Biliyorsunuz, izliyorsunuz, kimi magazin programları, ünlüleri, sokakta yürürken burunlarına kamera dayamak suretiyle saçma sapan soru yağmuruna tutuyor, yanıtlamadıkları ya da tersledikleri anda aldıkları görüntüleri kolajlayıp çirkin ithamlarda bulunan bir dış ses eşliğinde yayınlıyorlar.
Buna da magazin denmesi enteresan tabii.
İşte bu tür “habercilik” yüzünden tüm magazinciler karalanıyor, magazin “tu kaka” bir kavram haline geliyor.
“Yolda yürüyen ünlüleri delirtip, suni gündem yaratıp, bunu kayıt edip “kameralarımıza saldırdı” tadında haber yapmak nasıl iştir? Bazı magazin muhabirlerinin ünlülere yaptığı insan haklarına bile aykırı.
- “Su testisi su yolunda kırılır”cılardan: Bu çok acayip bir topluluk. Hem söylemleri çok çeşitli, hem de toplumun her kesiminde bir temsilcileri var.
İbrahim Tatlıses’in vurulma haberi geldiği anda başladılar “Eee, yaaa, tabiiiii” demeye.
Söylemleri çeşitli diyorum ya, evvelki gün televizyonda bir tartışma programı izliyorum, tartışanların isimlerini bir arayayım dedim Twitter’dan, bakalım izleyici ne düşünüyor diye.
Size gördüklerim karşısında sadece “Aman Allah’ım” diyebildiğimi aktarayım.
İsimlere yapılan yorumların hepsi ayrımcı, hepsi “su testisi su yolunda kırılır”cı, hepsi çok, çok kötü niyetli... Mesela sesi hafif “cırtlak” bulunan bir kadın için “Çingene galiba” diyor biri, bir diğeri fiziksel özellikleriyle alay ediyor, ötekisi geçen haftalarda bol bol gündemi işgal eden ve hâlâ da etmeye devam eden “öpülse rahatlayacak solcu kız” söyleminden yola çıkarak “işte böylelerini öpeceksin, rahatlar” diyor...
Öyle cümleler okudum ki, gözlerime inanamadım. Bakın size söyleyeyim, ayrımcılık hayatın her noktasında içimize işlemiş. “Öp-rahatla” meselesine kızan bir adam mesela, hayatında kendi kafasına uymayan bir başka olay meydana geldiğinde benzer kalıpları kullanarak tepkisini dile getirebiliyor. Ne yazık ki bu tip insanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil.
- Bilgi kirliliğinden: Son olarak İbrahim Tatlıses olayında da bunu yaşadık.
İnternet asparagası diye bir şey var, hani eskinin “şehir efsanesi” meselesinin günümüz versiyonu diyelim. Ama bazı zamanlarda biraz fazla geliyor.
- Bilhassa ölüm-kalım konularında... Sadece Türkiye’de değil, dünyada da önemli bir sorun. Tam da bu yüzden diyoruz ya “Meydan Larousse’larınızı atmayın, saklayın” diye, yalan değil.
Bilgiyi kitaptan, haberi de kaynağından almak lazım yani. Twitter’da okuduklarınıza inanıp şaşırma/üzülme/sevinmelerinizden önce şöyle bir durup araştırmak şart.

Yazarın Tüm Yazıları