Paylaş
“Kadın ırkçılığı”, televizyonlardan gazetelere, sokaklardan internete, sokak dilinden yazı diline, her yeri ve herkesi yavaş ve sinsi bir biçimde sarıyor.
Mesela oyuncular dünyasından girelim konuya. Kadın oyuncularla ilgili çok net bir gerçek var: “Sevişmeye başladığı ya da memesinin göründüğü tarih” bir milat olarak kabul ediliyor.
Evvelki gün bir gazetenin internet sitesine Ayça Bingöl’ün göğüs dekolteli eski bir fotoğrafı koyulmuş ve “İşte ilk dekolte” diye başlık atılmış. Ne kadar yaratıcı, ne kadar “hoş” bir dil, değil mi? Oyuncu Ayça Bingöl’ü nasıl da ihya ediyor!!
Bir yandan “değerlerimiz de değerlerimiz” diye sızlanıp duranlar, bir yandan hiç durmadan ama hiç durmadan kadını “memeli bir ürün” olarak önümüze atanlar...
Kadına yaptıkları muameleden biz bahsedince pek sıkılıyorlar, peki bu çifte standardı alkışlamamızı mı bekliyorlar?
Şimdi eğlencenize limon sıkmak istemem ama yılbaşı gecesi Victoria’s Secret şovu olduğu için bir heyecan sarmış durumda erkek cinsini.
Bari bir başka kanal da şöyle, ne bileyim Biscolata’s Secret show filan yok mu, yayınlasa, biz de onu seyretsek!
Madem kadınların iç çamaşırı şovu bir yılbaşı eğlencesi olabiliyor, konserli monserli, şovlu movlu süslü bir program aracılığıyla erkek bedeniyle eğlenelim.
Madem öyle, gazetelerde, dergilerde “erkek cinselliğini ön plana çıkaran” nitelikte haberler görelim. Bir erkek oyuncunun da miladı, mayolu-iç çamaşırlı göründüğü bir sahne ya da sevişmesi olsun. Eşitlikse eşitlik yani değil mi?
Kadın ırkçılığını sadece erkekler yapmıyor bu arada. Erkeklerin yaptığı cinsiyet ırkçılığı nasılsa bitmeyecek diye kimi kadınlar da “araziye uyum sağlamış” durumda.
“Kadınlığını kullanmak” diye bir kavram çıkmış ortaya mesela. Ya da “Kocam çalışsın, bana baksın, ben çalışmak istemiyorum”cuları düşünelim. Kocası aynısını dese “Vay karaktersiz, ne demek çalışmamak, hiç erkek gibi erkek değil bilemiyorum yaane” diyecek olanlar hani.
Dedim ya sinsi gibi sarıyor bu iş bizi... Kurtulmak da zor olacak şüphesiz. Hiç kurtulacak mıyız, orası da muamma.
Tüm bunları düşündükçe, gördükçe tarih öncesi devirlere dönmek, her şeye yeni baştan başlamak istiyor şu deli gönül.
Böyle reklam olur mu?
Bilmem fark ettiniz mi, Atatürk Havalimanı’nın çeşitli yerlerinde İstanbul, New York, Londra gibi büyük şehirlerin saatini gösteriyor gibi görünen fakat aslında bir “kablo reklamı” olan panolar var.
Hem girişte, hem çıkışta, saatin hayati önem taşıdığı bir mekanda, bir dolu insana “Aa bu gerçek saati göstermiyor ki” dedirtiyor. Valizlerin döndüğü bantta bekliyorsunuz, saate bakmak istiyorsunuz, etrafta bir tane saat yok ama şehir saatlerini gösteriyor gibi görünen “... Kablo” reklamı manasızca önünüzde duruyor. Havalimanına yolu düşen herkesin sinirleriyle oynayan bu reklamı kablo şirketi ve Atatürk Havalimanı yetkilileri bir daha değerlendirir umarım.
Paylaş