Paylaş
Devlet yetkilileri hızlı davranır, derhal kuşu yakalayarak nezarete atarlar. Mısır sınırları içinde uçmaya cüret eden ve “kim bilir kimlere hizmet eden” bu kanatlı casus, parmaklıklar ardına hapis edilir.
“Yakalanan” bu hain kuşun taşıdığı cihazın hikayesi başkadır aslında. Ne casuslukla, ne hainlikle, ne de siyasetle ilgisi vardır.
Leyleğin üzerindeki, zoologlar tarafından leyleklerin göç yollarının tespit edilebilmesi için takılmış bir cihazdır. Ne var ki paranoya ve şüphe çağında “siyasi suçlu” gibi muamele görmekten kaçamaz leylekçik.
Kısa süre içinde vaziyet anlaşılır, kuşun masum olduğu ortaya çıkar, hatta bu süreçte ona bir isim bile verilir (Menes) ve kısa süre sonra salıverilir.
Tabii her yerde haber olmaktan kaçamaz casus diye hapsedilen kuş.
Bu hikaye, 15. İstanbul Bienali’nin en etkileyici işlerden birinin çıkış noktası. Bienalin sergi mekanlarından Galata Rum Okulu’nda, Mısır doğumlu sanatçı Heba Y. Amin’in Kuşlar Uçarken adlı işi, sadece bugünün paranoya ortamına dair değil, birbirimizle olan ilişkilerimize dair de çok şey söylüyor.
Amin, bir video enstalasyonuyla anlatıyor derdini, derdimizi.
Videoda leylekleri yaşam alanlarında görüyoruz. Belki sessiz dinleseniz, doğal yaşam belgeseli olarak tarif etmek mümkün... Fakat Amin, görüntüleri 1955 Mısır yapımı siyasi bir film olan “Birds of Darkness” filminin müzik ve diyaloglarıyla birleştirmiş.
Amin, aslında siyasi göndermeleri olan bir işle tarihe not düşüyor. Ancak söylemek istediği, bundan fazlası.
Zaten bir sanat eseri, ona bakan kişide tetiklediği duygular kadar...
Bakana göre değişiyor, döneme göre değişiyor, bağlama göre değişiyor...
Nereden, hangi koşullar içinde bakarsanız, değişiyor anlamı.
15. İstanbul Bienali bu sene “İyi komşu nedir?” diye soruyor. İyi bir komşu, korkmadığınız bir yabancı mıdır diye soruyor mesela. İyi bir komşu, sizinle aynı gazeteyi mi okur? İyi bir komşu, mahallenizde aktif midir? İyi bir komşu sizi rahat bırakan birisi midir?
Tüm bu soruların gittiği bir yer var aslında. Amin tam olarak bize şunu gösteriyor:
İnsanları tanımadan, öykülerini bilmeden, dinlemeden, sormadan, sadece tahmin ve gözlemlerimiz üzerinden hayali olarak konuşturuyoruz. Bir martıyı konuşabilen, hatta siyasi komplo dahi kurabilen bir insanla eşdeğer görmek gibi, hiç tanımadığımız insanlara bakıyor ve onların ağzından kendi düşüncelerimizi konuşturuyoruz.
Amin’in işi kırmızı kalemle bu kelimelerin altını çiziyor işte: Yakıştırma yapmak, bir kuklayı konuşturur gibi konuşturmak...
Tanımadan anlam yüklemek
İnsanları gerçekten karşımızda bir kukla varmış gibi konuşturuyoruz. Hiç tanımadığımız insanlara anlamlar yüklüyor, gördüğümüz, gözlemlediğimiz kadarıyla ya bağrımıza basıyor ya da ölüm fermanlarını imzalıyoruz. “Bu kişi kesin böyledir, böyle düşünüyor ve yaşıyordur” diyor, kendi söylediğimize inanıyoruz.
Hiç bilmediğimiz detaylar üzerinde birilerini yüceltiyor, birilerini yerlere çalıyoruz.
Bunu az ya da çok, illa hayatımızın bir yerinde yapıyor veya bir huy gibi ömrümüz boyunca sürdürüyoruz.
İyi bir komşu kimdir, buna verilecek çok yanıt var belki ama...
İnsanları anlamak, doğru iletişim kurmak için bir formül var ve kimseyi yanlış bir yere götürmemiş daha: Kişisel olarak tanımadığımız, hakkında sınırlı bilgiye sahip olduğumuz insanlara kendi düşüncelerimizi yapıştırmamak...
“Bu kesin böyledir, şu kesin bunu yapmıştır, şöyle olmasa bunu yapmaz” gibi temelsiz, bakan kişiye göre değişen yorumlarla yakıştırmalar yapmamak.
Bienal bu sene “Yakıştırma yapmayın” diyor aslında. Zannetmekten kaçının, “Ben öyle düşünüyorsam kesin öyledir” demekten vazgeçin diyor.
Bu arada...
Menes’e ne olmuş, biliyor musunuz?
“Masumiyeti” kanıtlandıktan sonra yakalandığı yere salıverilmiş, ancak bu sefer de avcılardan kaçamamış. Kuş bırakıldığı yerde avlanmış ve kısa ömrü böyle sonlanmış.
Menes’in hayatı öyle son bulmuş ama Amin’in eseri aracılığıyla bize nasıl bir dünyada yaşadığımızı hep hatırlatacak.
Paylaş