Paylaş
Eğer bu anketten çıkan sonuçları gerçek hayatta da karşılığını görebildiğimiz bir durumda olsaydık, hiç şaşırmayacaktım sonuçlara.
Hakikaten merak ediyorum. Fikrimiz ile zikrimiz bir mi değil yoksa düşünmediğimiz, uygulamadığımız birtakım meseleleri hayatımızda görmek için birinin dürtmesini mi bekliyoruz, ondan mı bu cevaplar?
Elbette görüşülmüş 2699 kişi 75 milyonun ortak düşüncesini tam olarak ifade etmeyebilir ancak bize üç aşağı beş yukarı genel bir manzara çıkarır.
Mesela, görüşülen kişilerin yüzde 68,9’u “kalkınma için doğadan hiçbir biçimde fedakârlık yapılamaz” diyor.
Peki soralım o zaman; 50’lerin sonundan itibaren memleketi bir beton çöplüğüne döndüren fikirler Frank Lloyd Wright’ın fikri miydi?
Ya da, o estetik yoksunu, sadece “barınma” ihtiyacını karşılayan çirkin binaları yapan müteahhitleri Chicago Okulu’yla filan mı ilişkilendirelim? Yoksa o müteahhitler hilkat garibeleri binaları dikerken modern mimarinin prensibi “Biçim işlevi takip eder”e mi uydurmaya çalışmışlardı kendilerini?
Belki de, “İşlev yeterlidir, biçime gerek yoktur, yap kutu gibi bir şey, aç iki pencere, otursunlar işte, bir de süsle mi uğraşacaksın” demişlerdi, kim bilir!
Denizlere kendi yaşadığı yerden çıkan pisliği akıtma fikri ortaçağda pencerelerinden sokağa lazımlık boşaltan insanlar mıydı?
Bugün artık bizim için pek sıradan bir durum olan “Denizde yüzen kaka” görüntüsü Türkiye’de değil mi? Balıkların bok yoğunluğu yüzünden “boğulduğu” Kurbağalıdere, Thames nehrinde mi bulunuyor?
Kendi evinin dışını çöplük bellemiş insanlar nerede yaşıyor peki? Türkiye’de değil mi?
Lüks arabasından çöp sallayan magandalar, balkonda var gücüyle halı pataklayan teyzeler nerede yaşıyor?
Evinde yere su dökülse çamaşır suyuyla ovanların sokağa tüküren oğulları Monako’da mı ikamet ediyor?
Çöpleri ayrıştırmak için apartmanlara koyulan plastik-kağıt çöp kutularına ıslak çöp atan Amerika’da yaşayan kuzeniniz mi?
Lüksünden ödün vermeyen, toplu taşıma araçlarını kullanmayan ve her gün saatlerce trafikte kalmak pahasına otomobillerinden vazgeçmeyen ve çevreye bol egzoz dumanı salan insanlar Avustralya’da mı yaşıyor?
Hibrit araçlar “lüks araç” kategorisine sokan vergi yükünü babam mı koyuyor?
Haksızlığa karşı adalet
Bir başka “ikiyüzlü” sonuç: Anayasanın temel ilkeleri arasında daha çok vurgulanması istenen konular olarak “haksızlığa karşı adalet” yüzde 65,1 ile birinci.
Peki kurala kanuna göre yaşamanın “enayilik” olarak düşünen kimler? Norveçliler mi?
Trafikte, sokakta birbirinin tepesine çıkan, haklarını çatır çatır yiyen kimler? İspanyollar mı?
Yaya geçidinde karşıdan karşıya geçmek isteyen insanların üzerine sürenler İngiltere’de mi yaşıyor?
Yayanın değil otomobilin yollarda öncelikli olduğunu düşünen insanlar Türkiye’de değil, İsveç’te mi yaşıyor?
Bu kadar haybeye, tesadüfen hayatta kaldığımız, başımıza bir hal gelse ambulansı bile 25 dakika beklediğimiz bir memlekette, haksızlığa karşı adalet sunmayanlar yüzde 34,9’luk kısım mı?
Hiç sanmam...
Tüm bu yüzdeler aslında bize ne söylüyor biliyor musunuz? En büyük sorunumuzu ortaya koyuyor.
İkiyüzlülüğümüzü yüzümüze vuruyor.
Çünkü adalet isteyen de adaletsizlik yapıyor.
“Doğayla barışık duralım” diyen de çatır çatır çevreyi kirletiyor.
Önce kendimize bu itirafı yapalım.
Anketten çıkan yüzdeler aksini gösterse de, yaşadıklarımız ve gördüklerimiz, hassasiyetimizin, sadece kendi yaşam alanımız ve ailelerimiz için geçerli olduğunu, geri kalan tüm dünyayı ise “içine edilebilir” olarak algıladığımıza işaret ediyor.
Hayatımızı düzene sokacak kanunlar koyulmadıkça ve daha da önemlisi, kanunlar doğru uygulanmadıkça “medeni bir dünya” beklemek boşa.
Yaşıyoruz işte bir şekilde, yuvarlana yuvarlana...
Paylaş