Paylaş
Uzaktan bakınca şöyle bir manzara var: Bir marka “Kara Cuma indirimi” yapmış, AVM’nin bir koridorunda tezgah kurmuş, satış yapıyor.
Şekere üşüşmüş karıncalar mı desem, savaş yıllarındayız da bedava ekmek dağıtılıyor mu desem, ne desem... İşte öyle bir ortam.
Yakına gelince vaziyet anlaşılıyor.
Normalde hayli pahalı olan tekstil ürünlerinde neredeyse yüzde 70 indirim yapılmış, “almayan enayi” hisleriyle kaptığını götürüyor kadınlar.
Şöyle bir kafamı uzatıyorum etiketlere, ucuz da değil hani.
Fakat nasıl bir “almazsak şuracıkta kıvrana kıvrana ölürüz” hissi ise bu, yaklaşan virüsü kapıyor.
“Bu kadar kalabalık bir şey biliyor olmalı” hissiyle çılgıncasına ürünleri didikleyen kitle büyüyor.
Ben de kitle psikolojisiyle şöyle bir bakayım diyorum ortama ama durmak ne mümkün, öyle bir pirana ortamı var ki teyzeler omuz atıyor, itip kakalıyor, kalabalık beni dışarıya doğru püskürtüyor.
“Kara Cuma” turuna devam.
Ara sıra büyük indirim yapan bir başka mağazadayız.
Ev ürünleri satılıyor.
“Dehşet indirim”den faydalanmak üzere mağazayı hunharca talan eden kadınlarda manzara ibret verici: Gören de Orta Asya’ya geri göç var sanır, kadınlar otağlarını döşeyecekler.
Kadının sol kolunda iki battaniye, sağ kolunda üç örtü, kolunun altına iki tepsi bir çerçeve sıkıştırmış, öbür eliyle de kırlent çekiştiriyor.
Neredeyse üçüncü, beşinci kolu, yanlarda ve kafasının arkasında yeni gözler çıkacak ve hiçbir indirimli ürünü kaçırmayan yeni bir canlıya dönüşecek.
İngiliz bilim adamları, evrime yeni bir yorum getiren Türk kadınının vaziyetine bir açıklama getiremeyecek.
Medusa vardır hani, yılan saçlı, gözlerine bakanları taşa çeviren canavarımsı mitolojik karakter.
Bizimkiler de öyle birer varlığa aslında indirim günlerinde; saçları yılan değil ama altı kolu, beş gözü var adeta, onun göz koyduğu mala davrandığınızda “CİEEEEEK” diye genizden gelen tiz bir ses ile sizi püskürtüyor.
Zaten bu koşullarda o malı bir şekilde onun elinden kapıp alabilseniz, hayrını görmeniz mümkün değil.
Bakın kesin konuşuyorum: Canınızı seviyorsanız bir dahaki Kara Cuma’da alışveriş yapmazsınız.
Evinizde oturur, perdelerinizi ve ışıklarınızı sıkıca kapatır, kuytu bir köşeye siner, talan geçene kadar beklersiniz.
Bu nedir arkadaş ya.
Ağaçları neden taşımadınız?
Yalova Belediye Başkanı “Yalova dışında bağırmakla olmuyor” demiş, bu kararı tek başına almadığını, can güvenliği için yapılan düzenlemenin gerekli olduğunu beyan etmiş.
Herhangi bir şehirdeki yanlış bir karara sadece şehir sakinleri mi işaret edebiliyor?
Toplumsal olaylara bakışımız bu sığlıkta mı?
Yanlış bir şey yapmadığını düşünmüyor, onu anladık.
Ha, bölge için bir düzenleme söylediği gibi hayati olabilir.
Zaten sorun, bölgedeki düzenleme değil, bölgedeki kavşak düzenlemesi için ağaçların kesiliyor olması.
Ağaçlar taşınabilirdi.
Bir başka alana tekrar dikilmek üzere taşınabilirdi.
Ne zaman bir ağaç kıyımı olsa, parti marti fark etmiyor, hep aynı laf. “Kestik ama yenisini dikecez...”
İşte bu “dikecez, merak etmeyin”ler, “Doğayı anlamamak” kavramının sözlük anlamı gibi.
Zaten şunu da anladık artık: Parti marti fark etmiyor, “Ortalama Türkiye siyasetçisi” dediğin artık böyle.
Hata yaptığını kabul etmesi “kuvvetsizlik” olarak algılanacak ya, asla özür dileyemiyor, hep o haklı, hep o haklı.
Her icraatının haklı ve halkın menfaatine bir dayanağı var ve her açıdan avantajlı alternatif çözümleri tartışamıyoruz.
Merak ediyorum, sokakta yaşayan kedileri öldürüp “Fakat yerine yeni yavrular bırakacağız” diyor musunuz mesela? Demiyorsunuz.
Vefa Salman yüz küsur ağacın canına kıyarak yanlış yaptı.
Ağaçları taşıyabilirdi.
Yenilerini dikmek, kesilmiş ağaçların telafisi değil.
Evde biten pirincin yerine yenisini koymuyorsunuz. Doğa bu, doğa. Ağaç, can.
Konu bu kadar açık.
Paylaş