Sevgilisinden, kocasından, eski kocasından, seks hayatından, gezdiği yerden, kişisel deneyimlerinden bahsetmeli mi?
Siz cevaplayın: Yazıda konu edilen şahsa e-posta yazmak yerine bunu herkesin okuduğu bir gazete üzerinden yapmayı tercih etmeli mi?
Başkalarını ilgilendirmiyor gibi görünen kişisel deneyimler paylaşılmalı mı?
“Amaan, bana ne köşecinin özel hayatından, kişisel ilişkilerinden, o köşeler onlara günlük tutsun diye mi verildi” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Ben de eleştirmeden önce, o yazılara niçin hem burun kıvırıp, hem iştahla okuduğunuzu kendinize bir sorun diyorum.
* * *
Köşe yazarlarını kategorilere ayıracak olursak, bir grubu rahatlıkla “okurlarına arkadaşlık eden yazarlar” olarak sınıflandırabilirim.
Sadece haber etrafında değil, kişisel deneyimleri ve ilişkileri etrafından şekillenen, kimi zaman da kendi hayatları üzerinden giden yazılar yazarlar yani.
Hatta bazı yazılarımla kendimi de bu grubun içine dahil edebilirim.
Peki neden okursunuz bu gruba ait yazarların köşelerini?
Kimi zaman hislerinize ayna tutar, kendinizden bir parça bulursunuz, kimi zaman birine karşı bugüne kadar söyleyemediğiniz sözleri köşeci sizin adınıza söyler, hatta yazdıkları iki kişi arasında geçiyor gibi görünse de aslında insan ilişkilerinde bulunan temel bir meseleye işaret eder...
Neticede sizi bir yerden yakalar.
Eh, bir yazarın herkesi yakalaması söz konusu değil elbette. Hatta herkesi yakalıyorsa bir acayiplik olur o işte...
Yazarın yakalayamadığı, paralel düşüncelere sahip olmadığı ya da geçerli/geçersiz herhangi bir sebepten ötürü bir türlü kendini sevdiremediği güruh ise (kimi okurlar ve kimi gazeteciler) “havagazı yazılar yazıyor” diye eleştirir.
Halbuki yazarın birileri tarafından sevilmesi kadar, sevilmemesi de normaldir.
Yazarı sevmeyenler yüzünden kimse “kötü yazar” olmaz.
Sevenleri sayesinde “iyi yazar” olmayacağı gibi.
Dün patlayan İclal Aydın-Tuna Kiremitçi olayında, İclal Aydın’ı “kişisel meselelerini köşesine taşımak”la ve yaptığı “gaf” ile eleştirenlere, sürekli eleştirenlere, nefes almadan eleştirenlere sözüm.
Bir nefes alın yahu.
Yapılan yorumlardan ben yoruldum, tükendim, kendisi nasıl başa çıkıyor merak ediyorum.
Ayrıca, Neslihan Acu’nun Medyatava’daki yazısının altına aynen imzamı atıyorum.
Birincisi, Twitter’da, sözlüklerde “İclal Aydın Jacqueline du Pré’yi bilmiyor vayy ehe ehe” diyen ya da o manaya gelen sözler sarf eden gazetecilerin ve okurların hepsi, bu olay gerçekleşmeden önce de Jacqueline du Pré’yi biliyorlar mıydı?
İkincisi ve daha da önemlisi, Tuna Kiremitçi’nin yazısında du Pré soyadı yazmıyor, rahatlıkla hayatı paylaştığı Jacqueline isimli bir arkadaş” gözüyle okuyabilirsiniz.
Tuna Kiremitçi “İdil geceleri piyanosunu tıngırdatıyor ben de romanıma çalışıyorum” deseydi kimileri ıdil’i yeni bir sevgili sanır, kimileri de piyanist İdil Biret’ten bahsettiğini düşünürdü... Aynı hesap, gülecek pek bir şey yok yani.
Gülenleri ise günümüzün önemli çellistleri konusuyla ilgili sınav yapacağım.
Bakalım hepsini isimlerinden tanıyor musunuz...
Çok sıkıldım!
* Blackberry’e “BLEKBÖRİ” diyenlerden. Beri arkadaşım o. Beri. Böri değil. Blekberi.
* Olur olmaz korna çalanlardan... Bak kardeş, korna, şehir trafiğini çözmeyecek. Sen korna çalınca trafik mucizevi biçimde açılmayacak. Birçok ülkede olduğu gibi yasaklansa nasıl olur acaba? Daha da önemlisi, bu kurala uyan olur mu acaba?
* Göz dikip bakan kadınlardan... Bir daha hayatın boyunca görmeyeceğin bir kadına yarım saat göz dikip vakit harcamak, hasetten çatlamak niyedir? Biri bana açıklasın! Erkekler bile bu kadar dikkatle incelemiyordur herhalde kadınları. Derler ya, kadınlar kadınlar için süslenir, erkekler için değil. Yüzde yüz doğru. “Kadın kadının kurdudur” deyişini “Türk kadını Türk kadınının kurdudur” olarak değiştiriyorum müsaadenizle.
* Kadınlar demişken, sahneye çıkan Sibel Can performansıyla parfüm sıkan kadınlardan da çok sıkıldım. Boğulduk burada.