Bakınız trafikte artık şu işler gayet normal ve kimse yadırgamıyor:
Yaya geçidinde karşıdan karşıya geçmekte olan bir yaya gördüğün zaman frene değil, gaza basar, korna çalarak üstüne sürersin.
Otobanda hız sınırını aşmadan giden ve önündeki araçla arkasında takip mesafesi bırakan aracın arka tarafına selektör yapa yapa gelerek yapışır, çekilmesini istersin. Çekilmedi mi, o zaman slalom yaparak önüne geçer, aracın takip mesafesi için bıraktığı boşluğa girersin. Takip mesafesi gereksizdir.
Eğer otobüs ve kamyon kullanıyorsan, araçları panzer gibi kullanırsın. İriliğini avantaj olarak değerlendirir, bunu diğer araçları korkutmak için kullanabilirsin. Ayağın frende değil, gazda olur, her türlü geçiş üstünlüğü sendedir.
Sinyal vermek çok lüzumsuzdur. Sen istediğin yerde, istediğin şekilde duraklayabilirsin, sağa sapabilirsin, sola sapabilirsin. Arkandaki araç şahin gözleri ve telepati yeteneğiyle senin davranışlarını izlemelidir ki, tehlikeli bir durum oluşmasın.
Motorlar ters yöne girebilir ve kaldırımlardan gidebilir.
Araçlara asla ama asla yol vermeyeceksin. Yol isteyenlere söveceksin. Canını, aracını tehlikeye atacaksın ama kesinlikle yol vermeyeceksin. Bunu, “Trafik anayasası” olarak beynine kazıyacaksın.
Trafikte bunlar çok normal!
Hanidir trafikten konuşmuyoruz, bence zamanı gelmiştir sevgili kelle koltukta yaşayan Habitus okuru. Şu hayatta iki tane büyük derdimiz var ama bu iki dert hayatımızın her anında, her dakikasında varlığını hissettirdiği için öylesine kanıksadık ki, maalesef “hayatın sıradan olayları” kategorisine girmiş durumda. Bunlardan birincisi sokak tacizi, -bunu sonra konuşacağız-, ikincisi ise trafikte sürücülerin bir anda kimlik değiştirerek bir canavar, bir zombi, bir katil kimliğine bürünmesi. Hadi biz alıştık ama ülkemizde yaşayan ve turist olarak bulunan yabancılar şoka giriyor sürücülerin davranışları karşısında. Yazık, adamcağız yaya geçidinde yola atlayıveriyor, sanıyor ki araçlar kendi memleketinde olduğu gibi, hop, duracak, ona yol verecek. Böyle bir anlayışın bulunmadığını, aksine adamların gaza basarak üstlerine sürdüklerini anlayınca, şoka giriyor, “Vay be” diyor, “Burada trafik her an öldürebilir...” Aslına bakarsanız bunun tam tersi bizim için geçerli. Trafik terörü içinde yetişmiş insanlar olarak ilk yurtdışı seyahatimizde hepimiz mutlaka şaşkına dönmüşüzdür. Bizimkine olsa olsa “tersten şok” denir herhalde. Bakınız bendeniz, şu ömrümde ilk defa ecnebi memleket gördüğümde yaşım 19 idi. Olay yerimiz ise Londra. İngiltere’de, yaya geçitlerinin baş ve sonlarında sarı toplar yanıp söner. Bu, “yaya gördüğünde yol vereceksin” demektir. İşte, karşıdan karşıya geçerken yolun boşalmasını bekleyen ben, araçların beni uzaktan gördüklerinde durup, -istediğin kadar aheste yürü-, sabırla beklemesini gördüğümde dedim, “Allah’ım, bu insanların kafasına taş mı düştü. Niçin bana kibarlık yapıyorlar. Sanırım hepsini teker teker öpeceğim. Ne kibarsınız, ne tatlısınız” diyeceğim. Halbuki mesele kibarlık değil, sadece kimse ölmek ya da insan öldürmek istemiyor. Trafikte yaşanacak arbedenin neye mal olacağını biliyorlar. Tabii biz kendi trafik kaosumuza, canavarlaşmamıza o kadar alıştık ki artık, “Trafikte aslında normal olan bizim vahşi davranışlarımızdır” durumundayız...