Paylaş
Şimdi de Teoman. Web sitesine yazdığı yazıda “hayal kırıklığını” anlatıyor özetle.
Bırakmak, bir meseleye dair inancının bittiğini gösterir bana kalırsa.
Karşısında savaştığın konuların, dile getirmeye çalıştığın sıkıntıların çözülmeyeceğine dair inancın sağlamlaştıysa, yaptığın işe inancın kalmadıysa bırakırsın.
“Aklın yolu birdir” dediğin bir meselenin etrafta kalabalıklar göremediğinde, herkes kabuğuna çekildiğinde bırakırsın.
Söylediğin sözün hiçbir yere gitmediğini bildiğinde ve hissettiğinde bırakırsın.
Gerçeklik sandığın dünyanın aslında kendi yarattığın bir hayal dünyası olduğunu fark ettiğinde bırakırsın.
Sahi ya, ne büyük bir hayal kırıklığıdır bu...
Hislerini, hayatını, her şeyini üzerine inşa ettiğin dünyanın aslında gerçek değil, kendi uydurduğun bir masal diyarı olduğunu fark etmek...
Hal böyle olunca insan, doğasından gelen bir dürtüyle “Yaşanabilir ve üzerine hayat, kariyer kurulabilir, emek harcanmaya değer bir gerçek dünya” fikrinden giderek uzaklaşıyor.
İşini, gücünü bırakıyor. Gerçek değerlerin üzerine kurulmuş gerçek bir hayat istiyor...
Amerika’yı keşfediyoruz, evet!
Hani “Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz” diye bir söz vardır ya. Ben o sözü hiç sevmem.
Çünkü hayat, “Amerika’yı yeniden keşfetmek” üzerine kuruludur esasen. Başkasının daha önce keşfettiği, deneyimlediği, çiğneyip tükürdüğü “eski” hatta “klişe” bir meseleyi senin yeni keşfetmen ve denemen üzerine kurmaz mısın hayatı?
Bu esnada yaşadıklarına da “deneyim” adı vermez misin?
Bu bir döngü aslında. Milyon yıllık eski kavramları keşfediyorsun. Sana ve senin jenerasyonundaki diğerlerine yepyeni geliyor. Yaşıyor ve tüketiyorsun.
Anlam yüklediğin kimi kavramların, anların ya da insanların aslında içlerinin hayli boş olduğunu görüyorsun bazen.
Yaşadıkça ve deneyince anlıyorsun bunu. İdrak süreci devam ettikçe, kendi dünyan yavaş yavaş özelliğini ve değerini kaybediyor. İşte bu dönemde yaşanıyor bu bıkmalar, ayrılıklar.
Çekip gitmeler genellikle açık ve dışarıdan “dolu dolu” görünen bir yaşamdan sadeliğe, basit zevklere, dünyaya dair ufak detaylardan zevk aldığın, geçmişte “ölsem öyle bir hayat seçmem” dediğin tarafa doğru meylediyor.
Yani, yalandan dünyanı yıkıp yenisini yapıyorsun. Deneyimlerinin ışığında gerçek anlamlar, gerçek değerler vakti başlıyor.
İşte, herhalde kaçınılmaz son bu.
Hani düşünür de önümüzü göremeyince şöyle bir dertleniriz ya 10 sene sonrasıyla ilgili... Açıkçası bu “son”, bana pek de korkutucu bir son gibi görünmedi.
Paylaş