Paylaş
Bu nedenle “Lise 3” dendiğinde şöyle bir ürperirim hep.
Kısaca özetini geçeyim:
Okul ortalamasına göre başarınızı değerlendiren Ortaöğretim Başarı Puanı meselesi yüzünden, son yılımızda birkaç öğrenci toplanıp, 7 yıldır öğrencisi olduğumuz, başarı ortalaması yüksek anadolu lisesinden ayrılıp başarısız bir liseye geçmiştik... İyi bir okulda iyi öğrenci olmanız, sınavlarda para etmiyordu.
Tabii ben ufak bir hesap hatası yaptım...
Okul gerçekten kötüydü. Bir türlü alışamadım... Kendi okulumu özledim. İş işten geçmişti, geri dönme imkanım bulunmuyordu.
Ailem halimi gördü, beni daha iyice başka bir düz liseye yazdırdı...
Sınavlardan önceki son ayları orada geçirdim ve mezun oldum. Eğer dershaneye devam etmemiş olsaydım, üniversiteyi kazanmam imkansızdı.
Öyle savrulmuştum, öyle mutsuz olmuştum ki nasıl aklımdan sildiysem o seneyi... O yıla dair iyi pek az şey hatırlıyorum.
“Dershane dersleri mi yoksa okul dersleri mi?” sorusu yüzünden yaşadığımız baskı ayrıydı.
Okul derslerine çalışamadığımı ve başarımın düştüğünü, bir türlü liseyi bitiremediğimi görürdüm rüyalarımda.
Bu yaşa geldim, hâlâ kabus olarak yoklar, siz düşünün artık...
Peki konu neydi? Nereden çıkmıştı bu “dershane”?
Okul sıralarında dersini çalışıp geri kalan vaktinde normal bir çocuk olmaya çalışmak neden imkansızdı?
Biz hangi ara kendi okulumuzu bırakacak kadar “sınavın körleştirdikleri” noktasına gelmiştik?
Cevabı çok uzakta değildi: Eğitim ve sınav sistemi, ivmelenerek artan nüfus ve öğrenci sayısı karşısında, aynı ivmeyle kendini geliştiremiyordu.
Testler, öğrencileri doğru ayıklamak için her sene stratejiden stratejiye koşup farklılaşır ve evrilirken, okul dersleri senelerdir sabit bir anlayışla öğretiliyordu.
Hal böyle olunca, öğrenci seçme sınavları, “ayrıca” çalışılması icap eden, sanki okul yokmuşçasına kendimizi dershanelere kapatmamızı gerektiren bir eziyete dönüştü.
Devletin bu konuda başarısız olduğunu fark eden üçüncü şahıslar, “dışarıdan çözüm” üretmeye başladılar.
Yani dershaneler olmayan bir açığı kapatmak için değil, okulların sağlayamadığı bir hizmeti vermek için ortaya çıktı.
Eğer okullar ve seçme sınavları “aynı safta” gibi davransalardı, eğitim sistemindeki boşluğu dolduran ve bugün dev bir sektöre dönüşen dershaneleri de konuşmuyor olacaktık.
Önce reformu görelim...
Benden sonra nesiller kendini okul ve dershane sıralarında çürüterek büyüdü. Çocukluklarını, ilk gençliklerini yaşamak yerine test çözmek konusunda uzmanlaştılar.
Biz kendimize robot diyorduk ama erken davranmışız. Onların yanında Oz Büyücüsü’ndeki Teneke Adam gibi kaldık.
Bugün, dershaneye gidip “teste yönelik” eğitimden geçmeden sınavlarda başarılı olmak mümkün değil.
Hiç varolmaması gereken çarpık okul-dershane kombinasyonu sistemi, öğrencilerin hayatını yönetiyor.
Devletin eğitim-sınav politikalarının sonucu olarak ortaya çıkmış bir yan ürün olan dershaneleri sihirli değnekle yok etmeden önce dev bir hazırlık yapmak gerekiyor.
Milyonların geleceğini yönetmek “ben dershanelerin yok olmasını istiyorum ve bunu şimdi istiyorum” diretmesi ile olmaz.
Önce okul eğitimi ve seçme sınavları, “kardeş”liğini ilan edecek. Eğitim sistemi, sınavlara “başka bir dünyaya ait sınav” gibi davranmaktan vazgeçecek.
Verilen eğitim ile sorulan sorular birbiriyle eşleşecek.
Geleceği belirsiz bir öğrenciye, kabus dolu bir sene yaşarken “sınavlar, okulda öğrendiklerinizin bir muhasebesi olacak” yerine “dershaneleri kaldırıyoruz” demek, deney faresine dönmüş öğrencilerin psikolojisiyle oynamaktan, “al buyur, giy deli gömleğini” demekten başka bir işe yaramıyor.
Önce eğitimde reformu görelim, sonra, kaldırırsınız dershaneleri.
Zaten en baştan beri hiç olmaması gereken bu hilkat garibesi sistemi...
Paylaş