Bir fotoğraf neler söylüyor?

45 derece yan yatmış bir apartman dairesinden her şey kaymış gitmiş, duvarlar dahil. Kaymayan tek şey, banyodaki klozet.

Haberin Devamı


İki eğreti duvarla ve yer kaplamalarıyla beraber, evde kalan tek demirbaş bu...
Geçen hafta Nepal’de olan 7.4 büyüklüğündeki ikinci depremden sonra Reuters’ın geçtiği bir fotoğrafta görünenleri anlattım size.
İnsan böyle bir tahribatı, böyle bir acıyı algılamakta zorlanıyor.
99 depreminde bu görüntülerin çok daha acılarını gördük. İlginçtir, bugüne pek bir etkisi olmadı. Hâlâ depreme hazırlıksızız.
99’da hafif yan yatıp bir katı zemine gömülen Yalova’daki evimizin deprem sonrası fotoğrafları hâlâ duruyor.
Arkadaşımla birlikte oynadığımız 2. kattaki evin zeminle bir olmuş duvarsız halini, eğilerek birbirine bitişmiş blokları, kopmuş merdiven bağlantılarını, yıllarca koşuşturduğumuz koridorların birer uçuruma dönüştüğünü ilk gördüğümde algılamakta zorlanmıştım.
Hâlâ zorlanırım baktığımda, insan çok sevdiği bir kişinin, objenin veya mekanın yeni ve acı durumunu kabullenmekte güçlük çekiyor.
Neticede sevdiğimiz mekanlara ve objelere de canlı birer insan gibi davranmaya başlıyoruz bir zaman sonra. Hele ki anıları varsa, ayrılmaz bir parçamız gibi geliyor.
Yok olduklarında, değiştiklerinde vaziyeti algılamakta zorlanıyoruz.
O kadar başka meselelere gömüldük ki, depremi konuşmak felaket tellallığı sayılır oldu.
Fakat tüm deprem uzmanlarının söylediğine, tüm istatistiklere, dahası, önümüzde duran gerçekliğe kulak tıkayarak yaşamak tam manasıyla bir delilik hali.
Gelecek planı yapıyoruz hepimiz. Cesaret edenler çocuk sahibi oluyor. O çocuklar sağlamlığı hakkında en ufak bir bilgimizin olmadığı apartmanlarda büyüyor...
10-15 senelik borç altına girip ev satın alıyor kimileri...
Kendimize yatırım yapıyoruz... İleriye dönük hayaller kuruyoruz. Ve tüm bunları deprem riskini reddederek yapıyoruz.
Deprem yokmuş gibi, olmayacakmış gibi, tüm planlarımız insan eliyle felakete dönüştürülmüş bir doğa olayının kontrolünde değil gibi...
Bu yüzden yapılan tüm gelecek planları bana delilik gibi geliyor.
Ben de herkes gibi gelecek planı yapıyorum, hayal kuruyorum.
Her geçen gün köklerimi güzel şehrime daha çok salıyorum.
Daha tehlikesiz bir yere taşınma hayali kurmuyorum, çünkü buraya aitim.
Öyle bir hale geldik ki, depremi çok düşünmeyince her şey normal görünüyor. Deprem kelimesi dağarcığımızda olmayınca, sorun da teşkil etmiyor. Hepimiz kendi hayatımızın başka önemli sorunları içinde kayboluyoruz.
Bilinçaltındaki savunma mekanizmamız belki depremi yok sayarak psikolojimizi koruyor; sürdürülebilir, öngörülebilir bir hayat yaşadığımızı düşünerek önümüze bakabiliyoruz ancak, esasında bu bizi yok ediyor.
Savunma mekanizmamız, karşılaşma ihtimalimizin olduğu kaosu reddediyor, bir şehrin yıkılacağını veya bir felaketle karşılaştığımızda ne yapabileceğimizi hayal edemiyoruz/etmek istemiyoruz, dolayısıyla deprem olmayacak gibi davranıyoruz.
Esas acı olan, vatandaşı koruması gereken devletin yaklaşımı.
Seçim vaatlerinde depremin bahsi geçse geçse arada bir cümle belki, “Aman deprem lafını unutmayalım” der gibi sanki...
Zaten halihazırda delilik içinde yaşıyoruz, bir de insan kentsel dönüşümün rantsal dönüşüme evrildiğini, toplanma alanlarına AVM yapıldığını, deprem vergilerinin yollara harcandığını, bir de üstüne hâlâ geleceğe dair herhangi bir plan yapılmadığını düşününce aklını yitirecek gibi oluyor.

Yazarın Tüm Yazıları