Paylaş
Şaşırıyor musunuz? “Aynısı bize olsa, ne yapardık?” diye düşünüyor musunuz?
Bizde çok enteresan bir ruh hali var. Anne-babalarımız, anneanne-dedelerimiz gibi kıtlık psikolojisi yaşamadık, karneyle ekmek almadık ama buna rağmen ruhumuzun derinliklerine işlemiş bir “yokluk paniği” yaşıyoruz.
Bu değilse sebep, birbirimizin hakkını yemek nasıl bu kadar kolay olabilir?
Bırakın afet, savaş, yokluk zamanını, günlük hayatımızda bile, en ufak bir meselede, herkes nasıl bu kadar kolay birbirini ezebiliyor...
Mesela, olaya bakar mısınız: Bir arkadaşım, kalabalık bir cumartesi günü, alışveriş merkezlerinden birinde, aracını park etmek için sıra bekliyor herkes gibi.
Yarım saat-kırk beş dakika sabırla sırasının gelmesini bekledikten sonra, tam boşalan park yerine girmek üzereyken, hop, yan taraftan gelen bir kadın o yeri kapıveriyor. Arkadaşım bir hınçla iniyor, “Bu kadar bekleyen insan enayi mi, çıkar mısınız, burası benim yerim” diyor. Diğer araç sahipleri de bağırış-çağırış içinde. Eh, göz göre göre başkasının hakkını yiyor kadın!
Genellikle kimi ortamlarda sizi çileden çıkaracak sözleri gayet iyi seçen, kendini üstün gördüğü için “akıllıca çirkefleşen eğitimli modern kadın” modeli vardır, işte onlardan karşımızdaki.
Arkadaşıma son derece düzgün bir tavırla “Eğitimli birine benziyorsunuz ama insan dediğiniz belli olmuyor işte, araçtan inip eşkıya gibi camımı tıklatamazsınız, burası boştu ve girdim, gidin buradan” diyor.
Tabii böyle bir söz üzerine çıldırma eşiğiniz düşer, arkadaşıma da aynen öyle oluyor, kadına, eğer çıkmıyorsa arkasına park edeceğini söylüyor.
Fakat kadın ısrarcı, yılmıyor, kararından da vazgeçmiyor, “Aracınızı çektiririm o halde” diyor. Cinnet sınırına erişen arkadaşım, alışveriş merkezinin otopark görevlisine durumu bildiriyor, bir şey yapamayacaklarını söylüyorlar.
Peki, arkadaşım ne yapıyor dersiniz?
Kadın ortadan kaybolduktan sonra sileceklerini çatır çutur kırıyor!
Yeryüzünden silinebiliriz!
Bana kalırsa bu örnek, bizim halimizin özeti gibi. Şu hayatta her zaman hakkımızın yeneceğine inancımız tam olduğu için bir noktada “adalet dağıtan” noktasında buluyoruz kendimizi.
Hak yemekten vazgeçmeyen kadın, arkadaşımı da “hak yiyen” durumuna düşürüyor.
Daha doğrusu şöyle söyleyeyim, hakkını koruması gereken yönetim, bunu yapmadığı için arkadaşım kendini güvensiz hissediyor ve aklınca kendi adaletini kendi sağlamaya çalışıyor...
Bana “Hiç bu kadar iyi hissetmemiştim” dedi bu yaptığıyla ilgili.
Ona göre hakkı yendi-hak yedi; durumlar eşit.
Tabii gözden kaçırdığı bir konu var. Herkesin kendi adaletini sağlaması, kaosun ta kendisidir. Öyle sistemlerde silecekler kırılır, adamlar vurulur, felaket zamanlarında yağmalar olur, en eğitimli, sözde vicdanlı adam bile, senin ekmeğini kapıp ortalıktan yok olur...
Ne yapmalı
Şu hayatta başımıza gelecek her felaketten paçayı kurtarırız ama bana öyle geliyor ki, depremden ölmezsek yağma esnasında canımızı vereceğiz. Çünkü çok, çok kötü bir özelliğimiz var: Zamanla, değişen dünyayla birlikte, başkasının hakkını yerken canı acımayan, kendi adaletimizi dağıtırken vicdan muhasebesi yapamayan insanlara dönüşmüşüz.
Japonların iki felaketi vardı, deprem ve tsunami. Biri salladı, diğeri can aldı. Nükleer sızıntının bilançosunu henüz bilmiyoruz.
Bizdeki potansiyel manzara ise hayli fena: Deprem üstü yağma...
Bir de depremden önce Akkuyu’daki santral yapılır da çalışır durumda olursa...
Yeryüzünden siliniriz valla!
Paylaş