Paylaş
Ahşap evlerin, o dünya güzeli yığma taş veya ahşap evlerin yerine kel, zevk yoksunu binaların yapılmadığı bir İstanbul neye benzerdi?
Sadece İstanbul değil, tüm şehirlerimiz için geçerli esasında bu. “Değer bilir” bir anlayış, cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana bambaşka bir çehre kazandırabilirdi şehirlere.
İstanbul’a şöyle bir tepeden baktığınızda başınızı ne yöne çevirirseniz çevirin bir “vah” çıkıyor iki dudağınızın arasından.
Güzelliğini bozmak için nasıl çabalamışlar, nasıl hunharca katletmişler, nasıl da anlamamışlar şehri.
Bazen para uğruna tarihi dokunun içine hiç tereddüt etmeden edenlerden daha iyi anlayanlar çıkıyor şehri.
Mesela Balat’ta restore edilmiş bir Osmanlı evinde yaşamış bir yabancı din adamı, tarihi yarımada manzarasının önüne dikilmiş bir kel binanın üzerine, o manzaranın eski halini siluet olarak çizdirmiş.
Kel bina o güzelim manzarayı kapamadan önce ne görünüyorsa, artık bir resim olarak yer alıyor çirkin betonun üzerinde...
Çıkmalı evlerin bol miktarda bulunduğu Kadıköy, Balat, Beyoğlu gibi ilçe ve semtlerde apartman yapsınlar diye müteahhidin eline teslim edilmemiş bir ahşap veya taş ev gördüğünde insanın uzun uzun seyredesi geliyor...
“Ne zaman yıkılıp bina yapılacak, hangi yangına kurban edilecek” diye düşünmeden edemiyor...
Önceki gün Kadıköy sahilini tepeden gören bir noktadan, çok eskiden evlendirme dairesi olan alana doğru bakıyorum...
Hani şimdi balonun ve dev bir İspark olan otoparkın bulunduğu, devamında İSKİ’nin yer aldığı sahil şeridi....
Yüzlerce otomobil, Marmara Denizi’nin ve tarihi yarımada’nın keyfini çıkarıyor.
Bugün Kadıköy Evlendirme Dairesi, şehrin karmaşasının tam ortasında, çoğu zaman pis kokular yükselen bir derenin yanında, gürültülü ve zamanın ruhuna uygun çirkin bir noktada dururken güzelim sahilin keyfini otomobiller çıkarıyor. Hem de kaç seneden beri...
O kadar zorlamışız ki yaşadığımız yeri çirkinleştirmek için, yetmemiş, bu güzel sahil şeridini otoparka çevirmişiz. Buyrun, şu fotoğrafa uzun uzun bakın...
Vizyonsuzluk böyle bir şey
Şehrin değerini bilseydik, onu yok etmek için canla başla çalışmasaydık, İstanbul’la bu kadar savaşmak yerine ruhuna uygun yaşamayı becerseydik, nasıl bir şehir olurdu acaba? Neye benzerdi? Her gün bu soruyu düşünür oldum...
İstanbul topraklarını insanların daha iyi yaşaması için değil, gelir kapısı olarak görmeseydik, “taşı toprağı altın” diye şehri talan etmeseydik hayatımız bugün neye benzerdi?
Çok göç alan şehirler, insanları kendine benzetir.
Bizde ise tam aksi olmuş, şehri zorla medeniyetten nasibini almamış insanlara benzetmişiz. Bazen de, bir zamanlar çok güzelken, pırıltılı bir hayatı varken kötü adamların eline düşen ve kendini sokaklarda bulan ünlü bir kadının öyküsünü anlatıyor sanki İstanbul.
Çok kötü, çok cahil, üstelik onu hiç anlamayan adamların kucağına düşmüş ve hoyratça kullanılmış...
Paylaş