Paylaş
Her yıl Öğretmenler Günü’nü kutluyoruz.
Saygılarımızı, sevgilerimizi yolluyoruz, çiçekler alıyoruz...
Çünkü, onlar bizi yetiştirdi ve onları elbette çok seviyoruz.
Hepsinin bizde büyük emeği var, zamanında bizi hamur gibi yoğurdular.
Bir ailemiz vardı, bir de onlar.
Peki, hatıralarınızın en tatsız köşelerini tutan öğretmenlerinizi de aynı lezzette hatırlıyor, her yıl sevgilerinizi sunuyor musunuz?
Ben her “saygı ve sevgi ve çiçekler ve gözyaşları” hisleriyle kutlanan Öğretmenler Günü’nde, geçmişte yaşanan tatsızlıkları da hatırlarım.
Çocukluğumuzun kâbusu olmuş öğretmenlerimizi de mi sevgiyle ve neşeyle anmalıyız, hep bunu sorarım.
Henüz cevabını bulamadım.
şimdi, şunun ayrımını yapalım; çocuk aklımızla “gıcık hoca” dediğimiz insanlardan değil, şu yetişkin halimizle geçmişe baktığımızda dahi, çok net olarak aklımıza kazınmış, bize zararı olmuş, kötü hatıralar bırakmış, çirkin cümleler kurmuş, çocukta ruhsal açıdan yaralar açmış öğretmenler-den bahsediyorum.
Vallahi benim fiziksel şiddet kaynaklı bir anım yok ama bir tane ilkokulda, bir tane de ortaokulda olmak üzere, bugün bile düşününce “Küçük çocuğa da böyle psikolojik baskı yapılır mı yahu” cümlesini kurdurabilen iki öğretmenimi çok net hatırlarım mesela.
Bende ciddi anlamda etkileri olduğunu biliyorum. Ana, ilköğretim ve ortaöğretim okulları, insanın karakterinin şekillendiği, hayatla ilgili ilk fikirlerinin oluştuğu, sosyal becerilerini ilk defa kazandığı ortamlar.
ıyiler kadar, insan aşağılayan, dayak atan, dengesiz davranışlara sahip, formasyona aykırı davranan öğretmenler var. Geçmişte de vardı, şimdi de var.
şanslıydım ki, öğretmenlerimin çoğu tatlı anılar bıraktı bende... Hiçbirinin hakkını ödeyemem.
Onlarla olan ilişkimi, genel olarak öğrencilere davranışlarını hatırladığımda, yüzüm güler her zaman...
Ancak onları hatırladığım gibi, travma yaratanları, uygunsuz davranışlarla çocuk yetiştirenleri, çocuk ruhunu yaralayanları da hatırlarım.
Onlar için bir anma günü yok; isterim ki bu yazı vesilesiyle bugün alternatif bir Öğretmenler Günü kutlayalım, çocukluğumuzun sıkıntılı anlarının sahiplerini hatırlamış olalım...
Rihanna bile tutturdu biz tutturamadık
Geçen kış konuştuğumuz şu “Türk sarışını” meselesine bir geri dönelim diyorum.
Hayretler içindeyim, Rihanna, Beyonce gibi kapkara saçlı siyahi arkadaşlar bile nefis sarılar tutturuyor, bizim kuaförler tutturamıyor arkadaş! Birkaç ay önce bir arkadaşım beni Nişantaşı taraflarında bir yerlere sürükledi. Tek isteğim var, şu saman saçımı sarartırken kızartmasın.
Diyorum ki, arkadaşım, küllü yap, küllü. Yani kızıl, pembe, bakır tonları olmasın o sarının içinde.
Bu cümleyi takip eden 3 saat boyunca sepet gibi oturuyorsun o kuaför koltuğunda.
Sonra işimiz bitiyor, çıkıyor yine benim saç havuç gibi.
Diyorum ki, şu aynada gördüğüm renk küllüyse eğer, ver o kalan boyayı, ekmek banıp yiyeceğim.
Hayır efendim, o KIRMIZI saçın sarı olduğuna, küllü olduğuna ve bana yakıştığına çok emin.
(Tabii bu arada, zor bir işten bahsediyorum, kahve ya da kumral saçı kızartmadan sarartabilen kuaför madalyalıktır benim gözümde. Arkadaş tavsiyesi deyip kendi kuaförüne ihanet etmeyeceksin işte...)
Sokakta, pardon ıstinye Park’ta şöyle etrafınıza bir bakın, kuaförlerinin “Bu ‘sıcak sarı’ size çok yakıştı” diye kandırdığı ama saçı beceriksizlik ve bilgisizlikten ötürü pembemsi, havucumsu sarıya dönmüş nice Türk sarışınları göreceksiniz.
Ha, ben ne yaptım? Bir süredir kuaföre gitmiyorum, saçlarıma tatil yaptırıyorum.
Saçıma dokunmaya kalkanın eline cetvelle vuruyorum. Hatta beş parmağını bir araya toplayıp ucuna ucuna vuruyorum ki daha çok acısın. Evet, saçımı artık boyamıyorum. Ömrümü kuaförde harcadım adeta. Yetti canıma.
Çok doğal bir insan olacağım, bundan sonra.
şu resmi de değiştireyim bi’ ara bari, kayıp kız kardeşim gibi görünüyor.
Paylaş