Paylaş
“The School of Life”ın nasıl ortaya çıktığını anlatıyor...
“Hayata çok mutsuz bir ergen olarak başladım. Entelektüel bir çocuk sayılırdım, kitaplara çok meraklıydım. Kitapları sadece eğlencelik olarak değil, hayatımı kolaylaştıracak araçlar olarak görür, nasıl yaşayacağım konusunda yol gösterici olabileceklerini düşünürdüm.
Üniversiteye girdiğimde, nihayet aradığımı bulacaktım. 18 yaşında genç bir adamdım ve dünyanın en iyi okullarından birine girdiğim için (Cambridge) kendimi çok mutlu hissediyordum.
Felsefe, tarih okuyacaktım, sanat öğrenecektim, yani bir bakıma hayatın anlamını çözecektim...
Fakat, bu olmadı. Bir şeyler ters gidiyordu. Antik dünyadan, ortaçağdan hikayeler, kişiler, tüm öğretilenler... Sorun bunlarda değildi.
Sorun, öğretme şekliydi.
Hayatta karşılaştığım problemlere farklı açılardan yaklaşılmadığını fark ettim.
Aristo’dan, Plato’dan, Augustin’den, Makyavel’den bahsediyorlardı fakat ben bu isimlerin hayata kattıklarını, düşünce ve fikirlerini kendi hayatımda nasıl kullanacağımı bilmiyordum.
Henüz 20’li yaşlarına gelmeden ‘Fikirleri, kendi hayatımda kullanışlı olacak şekilde nasıl değerlendirebilirim, önceki nesillerin sahip olduğu bilgiyi kendi hayatımda nasıl kullanabilirim?’ sorusunun peşinde koşmaya başladım.
Arkadaşlarım, ailem ve kendimle olan ilişkilerimde; politika, ekonomi alanında, çevremle olan ilişkilerimde, önceki nesillerden bize aktarılan bilgilerin, hayatımı yaşamam konusunda bana nasıl yardımcı olabileceğini düşünmeye başladım.
Önce akademisyen olmaya çalıştım.
İşte o zaman, önüme iki yol çıktı: Bazı kuralları takip ederek bir akademisyen olabilirdim.
Fakat bu koşulda, kalben doyuma ulaşamayacaktım. Bunun yerine kendime dürüst olup, gerçekten ne beni tatmin edecek olan işi bulacaktım, bu da yazarlık oldu...
“Önemli olan fikirler ve hayat arasında bağ kurabilmek”
“Proust Hayatınızı Nasıl Değiştirir’i yayınladıktan sonra bazı akademisyenlerin eleştirileri “Fikirleri kullanmanın yolu bu değil” yönündeydi.
Proust’u kendimiz için değil, “Proust” olduğu için öğrenmemiz gerektiğini, bugünle bağ kurmanın şart olmadığını söylediler.
İşte bu, benim tamamen karşı çıktığım durum.
Geçmişten gelen bilginin değeri büyük, çünkü bugün de geçerliliği var. Bu bilgi ve deneyimi kendi hayatımızda kullanabiliriz.
Pratik bir insan olduğumu düşünürüm. Fikir ve konseptlerin kendilerine değil, kullanılabilirliklerine kafa yorarım.
Önemli olan, fikirler ve hayat arasında bağ kurabilmektir.
The School of Life, hem üniversitenin kurallarına ve işleyişine uyan, aynı zamanda yöntemleri ve yaklaşımı konusunda biraz devrimsel olan bir enstitü. Doğrudan tarih, psikoloji veya felsefe öğretmiyor, aksine, bunlara nazaran biraz “tuhaf” sayılabilecek konulara eğiliyor; “Nasıl sakin kalabiliriz, sevdiğim işi nasıl bulabilirim, aşkın uzun sürmesini nasıl sağlayabilirim” gibi.
Konuların altında filozofların hayat hikayeleri değil, fikirlerini bugünkü hayatımızda, bugünkü problemlerimizin çözümünde nasıl kullanacağımızın bilgisi var.
Binlerce yıllık kültürel deneyimi, tecrübeyi, bugünkü sorunlarımızın çözümünde nasıl kullanabiliriz? School of Life’ın varoluş amacı, bu.”
İşte, Alain de Botton, böyle anlatıyor okulun kuruluş hikayesini.
İlginizi çekiyorsa, adresimiz Bilgi Üniversitesi.
Dersler 13 Ekim’de başladı, kasım ve aralık aylarında da devam edecek. theschooloflife.com/istanbul adresinden sonbahar programına ulaşabilirsiniz.
Paylaş