Öncelikle, “Tüüüü sana Asamoah” demek istiyorum müsadenizle.
Ha bir de utanmadan demiş ki, “Olayda seks yok, çıkan tartışmada karım sinirlenince masanın üzerindeki bıçaklara vurdu ve yaralandı.” İşte, erkeklerin anlamadığı konu: Aldatmanın sınırı nerede başlar?
Bu Asamoah olayı, biraz komik olmakla birlikte, aslında simgesel bir olay.
Şimdi efendim bu arkadaşlar sanıyorlar ki, duhul yoksa aldatma yoktur.
Yani aklınıza gelecek her türlü flört, muhabbet, sohbet, friksiyon mümkündür, yeter ki duhul olmasın.
Bu tip bir temas olmaması halinde gönülleri son derece ferah, kendilerini dünyanın en sadık erkeği farz ederek pazar günleri çeşitli park ve caddelerde puset itebilirler.
Gram vicdan sızlaması yaşamazlar. Fakat bilmezler ki, sevgililerinin, eşlerinin derdi “duhul” ile değil.
Bakar mısınız olana...
Ne acayip iştir bu arkadaş, hâlâ eşcinselliğin düzeltilmesi gereken bir hastalık, “çocuklara kötü örnek olacak pis bir durum” olduğunu düşünenler var...
İnsanın hakikaten “Biz kaç senesindeyiz?” diye sorası geliyor.
RTÜK’ün haberi var mı yok mu emin değilim ama eşcinsellerin evlenmesi, kimi ülkelerde, kimi ülkelerin kimi bölgelerinde yasaldır.
Ha bir yerlerde yasal diye burada da normalliğini kabul etmek zorunda mıyız gibi bir soruyla gelebilirsiniz.
Hayır efendim, hiçbir şeyi kabul etmek zorunda değilsiniz.
Hür iradenizle, paşa gönlünüz ne istiyorsa ona inanabilirsiniz.
Şaşırıyor musunuz? “Aynısı bize olsa, ne yapardık?” diye düşünüyor musunuz?
Bizde çok enteresan bir ruh hali var. Anne-babalarımız, anneanne-dedelerimiz gibi kıtlık psikolojisi yaşamadık, karneyle ekmek almadık ama buna rağmen ruhumuzun derinliklerine işlemiş bir “yokluk paniği” yaşıyoruz.
Bu değilse sebep, birbirimizin hakkını yemek nasıl bu kadar kolay olabilir?
Bırakın afet, savaş, yokluk zamanını, günlük hayatımızda bile, en ufak bir meselede, herkes nasıl bu kadar kolay birbirini ezebiliyor...
Mesela, olaya bakar mısınız: Bir arkadaşım, kalabalık bir cumartesi günü, alışveriş merkezlerinden birinde, aracını park etmek için sıra bekliyor herkes gibi.
Yarım saat-kırk beş dakika sabırla sırasının gelmesini bekledikten sonra, tam boşalan park yerine girmek üzereyken, hop, yan taraftan gelen bir kadın o yeri kapıveriyor. Arkadaşım bir hınçla iniyor, “Bu kadar bekleyen insan enayi mi, çıkar mısınız, burası benim yerim” diyor. Diğer araç sahipleri de bağırış-çağırış içinde. Eh, göz göre göre başkasının hakkını yiyor kadın!
Genellikle kimi ortamlarda sizi çileden çıkaracak sözleri gayet iyi seçen, kendini üstün gördüğü için “akıllıca çirkefleşen eğitimli modern kadın” modeli vardır, işte onlardan karşımızdaki.
Yarı finale kalan ve umudunu son ana kadar kaybetmeyen kimi yarışmacılardan feyiz alan yeni potansiyel adaylar, bir sonraki yarışma için heyecanlanmaya başlamıştır diye tahmin ediyorum.
Sonra daha da detaylı konuşuruz ama hazır sezon yeni bitmişken bir sonraki sezonda “Yetenek Sizsiniz”e katılmayı planlayan genç ve hevesli kardeşlerime birtakım uyarılar yapmak isterim.
- Michael Jackson taklidi, hiç kimseyi eğlendirmiyor. Michael Jackson’a en benzeyen, bu konuda en yetenekli adam bile sıkıcı. Zaten Michael Jackson’ı en iyi taklit etmekten bir adım ötesi nedir? “Mükemmel bir MJ oldum” diyor ve kariyerini noktalıyor musun yani? Bu mudur tüm olay?
Mesele bu kadar açıkken niçin MJ taklidi kariyeri yapılır ben onu bilmem.
Hadi Las Vegas’ta filan yaşasan tamam da, hani ünlülerin taklitlerini yaparak geçin diyeceğim, Türkiye’de Michael Jackson’ı mükemmel yapacaksın da ne olacak?
Ayrıca tekrarlıyorum, izlemesi eğlenceli değil.
Bu arada sadece Michael Jackson değil tabii, Beyonce taklidi, Rihanna taklidi... Olmuyor bunlar işte, olmuyor.
Diyorum ki, mesela trafikte birbirinize yol vermemek için harcadığımız enerjiyi bugün faydalı işlerde kullansanız? “Kim burnunu önce sokacak” yarışı yapmak, güzel bir hafta sonunda sinir harbi yaşamak yerine, frene bassanız?
Bakın karşılıklı birbirinize yol verdiğinizde, birbirinize gülümseyerek teşekkür ettiğinizde nasıl da kendinizi pamuk gibi hissedeceksiniz. Sinirleriniz gerilmeyecek, işleriniz rast gidecek.
Çok rica ediyorum, bari bir gün deneyin bunu. Ha, yarın canınızdan olmak pahasına yol vermeyin yine, sorun değil. Nasılsa bu mel’un alışkanlığınızı öyle kolay kolay bırakamayacaksınız.
Sadece diyorum ki, bir güncük deneyin şunu.
Deneyim, deneyimdir.
Bunları da yapın
Bugün birbirinin telefonunu karıştırmak, mailini kurcalamak, Facebook’unu mercek altına almak yerine bir saat yürüseniz...
Pasaport için gerekli belgeleri vermeden önce, sıraya giriyor, sıranız gelince memurun yardımıyla bu işi hallediyorsunuz.
Şimdi, kağıt üstünde bu prosedürde hiçbir sorun yok. Gayet nefis işliyor. Hatta, 99 senesinde hayatımda ilk defa pasaport almaya çalıştığım günlerdeki ıstırabı hatırladıkça, bugünlere geldiğimize şükrediyorum.
Dün gibi hatırlarım, sabah 7 haberlerini sunan spikerler bile henüz uyurken kalkar, emniyet müdürlüğü kapılarını açmadan orada oluşan korkunç sıraya girmek üzere gider ve şanslıysak başvuru yapardık. Sıra bize gelince muhakkak ama muhakkak bir eksik çıkardı ve saatlerce bekleyip memura ulaşabildiğimiz anın tadını çıkarmadan “bugün git, yarın tamamla gel” cümlesini duyardık.
Belge tamamlama macerasından sonra aynı işkenceyi yeniden yaşamak üzere yine sabahın kör aydınlığında kalkar, karakolun yolunu tutardık.
Sonra işler biraz düzeldi, emniyet müdürlüklerinde numaratörler yerleştirildi. Yine sabahın köründe kalkıyor, fakat bu defa bir numara alıyor ve sıramızın gelmesini bekliyorduk. Öğleden sonra tembellerine bu sistemde yer yoktu. Erken kalkan çok yol alıyordu.
Merkez 8’de açılıyorsa diyelim, yanına seni sıcak tutacak mühimmatı alarak, kahveydi, çaydı, simitti, henüz açılmamış kapının önünde sıraya giriyorduk. Kapı açıldı mı hayat zorlaşıyordu, hemen giremiyorduk çünkü ilk giren olmak için herkesin birbirini eziyordu.
Sonra buna da bir çözüm geldi. Artık iem.gov.tr’ye girecek, süper medeni bir şekilde pasaport yenileme randevumuzu alacak, belirlenen saatte bir pasaport müdürlüğü ziyareti yapacak ve bu işi temiz temiz halledecektik.
Şaşkınlığın iki sebebi var. Birincisi, İstanbul’un göbeğinde bir takım adamların, korkusuzca adam vurabildiği gerçeğinin periyodik olarak tarafımıza hatırlatılması. İlk değil bu, son da olmayacak.
Şaşkınlığın diğer sebebi ise yorumcular.
Olayları izleyen ve yorum yapan iki grup var ki, insanı insanlığından utandırır.
Aslında onlar her zaman her yerde; kötü bir hadise olmasına lüzum yok. Ha, böyle durumlarda elbette göze daha çok batıyorlar. Onlara müsaadenizle “memnunlar” diyeceğim. Hani başkasının felaketinden kendine mutluluk çıkaranlar. Kendi başına, kendi çevresinden birinin başına gelse, dünyayı yıkacakken, bir başkası söz konusu olunca insanlığını gram hatırlamayıp “oh olsun” diye ahkam kesenler, konuşanlar.
Ve o memnunları iki gruba ayıracağım: Birinci grup tür memnunlar, hiç sözlerini sakınmadan “iyi oldu” diyebiliyor.
Sanki yaşam ve mutlu olma hakkı, kendilerinin insanlığa sunduğu bir ayrıcalıkmış gibi...
Düşülen kötü vaziyet, kendi kararlarıymış gibi...
Filmi izlerken dedim ki, Aron Ralston, sen ne enayi adammışsın. Sen nereye gideceğini kimseciklere haber verme, sonra bir kanyonda ayağın kaysın, bir güzel düş. Elin de 400 kiloluk taşın altında sıkışsın.
Neyse efendim, şimdi bu arkadaş biçare beklerken benim de ultra-paranoyak dürtülerim depreşti. Aklıma bin bir aksilik, bin bir felaket geldi.
Ve ne fark ettim biliyor musunuz? Aslında şu günlük hayatta, hepimiz birer Aron Ralston’uz, yani “nasılsa benim başıma gelmez” diye dağlarda, ovalarda neşeyle koşmakta, uçurumlardan uçurumlara sekmekteyiz.
Zaten halihazırda içimizden gelen bir “bana bir şey olmaz” duygusu var, bunun üzerine bir de “tuhaf felaketler sadece filmlerde olur”culuk katılıyor, sonra ver elini hayati tehlike...
Çok, çok basit şeylerden bahsediyorum bu arada.
Mesela, arkadaşınız, anneniz arıyor. “Ay sonra ararım şimdi bakamayacağım” diyorsunuz, -filmde de böyle bir sahne var bu arada- sonra o “bakamadığınız” esnada başınıza bir iş geliyor.
Ya da –şimdi felaket tellalı gibi olmayım ama- ıslak zeminde kayıp düşüyorsunuz, elektrik çarpıyor, söndürülmemiş sigaradan yangın çıkıyor... Fakat siz “Aman canıııım, ne olacak, bir şey olmaz” haletiruhiyesinde olduğunuz için bunlar sadece filmlerde olur